Yılmaz KESKİN


ATATÜRK VE DEĞERBİLMEZLİK

---------------------


Anadolu, düşman çizmesi altında inim inim inlerken, padişah Vahdettin de İngiliz Komutan General Harington’ a ülke anahtarlarını teslim edip Malta’ya kaçıyordu. Anadolu Türk’ünün diliyle, ekiniyle ve hatta bedeniyle de yok olup gitmeye ramak kaldığı bir ortam yaşanırken, “vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini(anne)”  deyip ortaya çıkan bir Mustafa Kemal vardı, değerbilmezlerin olabileceğini hiç düşünmeden.  Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, İbni Sina’nın, “kendinin ne olduğunu bilen insan; bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez,” sözlerinin tanımladığı kişiydi.

Atatürk, 13 Nisan 1909 31 Mart Vakasından başlayıp; 15 Ocak 1911 Arnavutluk İsyanı, 29 Eylül 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912-1913 ikinci Balkan Savaşı, 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı, 1916-1917 Doğu (Kafkas) Cephesi,1917-1918 Suriye-Filistin Cephesi ve 1919-1923 Kurtuluş Savaşı nedeni ile kendini yüce Tanrıya ve yurduna karşı sorumlu hissederek silahını kınına koyamadı. Cepheden cepheye koşup eli hep silah tuttu; mermilere hedef olmamak için siperlerde kaldı, saati sayesinde ölümden döndü, gazi oldu, başkomutan oldu; vatan toprağına, İstanbul’a giren düşmanları geldikleri yere gönderdi, Atatürk oldu. Onun için Fatih’ten sonra yüce Yalvacımızın[1] övgüsünün iyesi ikinci komutan oldu.  Bayrağı inmeyen, ezanı dinmeyen bağımsız bir vatan bıraktı! Erdemden saydığı karşılıksız iyiliği, değerbilmezlerin olabileceğini hiç düşünmeden sürdürdü.

Atatürk, 1908 yılında Almancadan çevirdiği “Takımın Muharebe Talimi”, 1909 yılında Cumalı Ordugâhı, 1911 yılında Tabiye ve Tatbikat Seyahati, 1912 yılında Almancadan çevirdiği “Bölüğün Muharebe Talimi”,  1918 yılında Zabit ve Kumandan İle Hasbihal, 1927 yılında NUTUK, 1930 yılında Vatan İçin Medeni Bilgiler ve 1937 yılında isimsiz Geometri kitaplarını yayımladı. Kalem oldu, dil ve düşünce işçisi oldu. Bilgelik tohumlarını yüreklere ekip Türk ekinini yenide canlandıran “ata” oldu, “İki günü eşit olan Müslüman zarardadır,” hadisini belgi[2] edinerek sürekli bir değişiklik doğurabilen etkileyici davranış içerisinde oldu. İnsanların sadece korunma, barınma ve beslenme için var olmadıklarını yaparak, yaşayarak, değerbilmezlerin olabileceğini hiç düşünmeden anlattı, durdu.

[1] Kitap getirmiş peygamber

[2]   Tutulacak yol, ülkü, ilke

Macaristan, Kazakistan ve Hollanda gibi ülkeler,  Atatürk’ün söylemlerini ve eylemlerini sadece Türk insanı için değil dünya halkları için önemli ve yararlı görüp heykelini dikmişlerdir. 1956 yılında Dr. Hugh Percy Wilkins Ay’daki bir Yanardağ ağzına(kratere) büyük saygı duyduğu Atatürk’ün adını vermiştir[1]. Hiçbir zorun ve zorunluluğun etkisinde kalmadan, farklı kıtalarda bulunan farklı ülke insanlarının, farklı bir kıtanın ve farklı bir ülkenin önderini -Mustafa Kemal Atatürk’ü - aynı his ve duygularla sevmesi, beğenmesi, düşünürsek pek de kolay olmasa gerek. Bu durum bizlere, “değerbilir” duygusunun, inancının uluslararasında dil, din, renk, hükümet, kıta ve iklim tanımadığı gerçeğini açık bir şekilde öğretti.

Değerbilmezlik, bir objenin, insanın veya bir davranışın kıymetini, önemini anlayamama, fark edememe durumudur. Daha çok geleneklerin, davranışların değişmesini istemeyenlerin, yüce Tanrı’nın varlığının delillerinden biri de, “..dillerimizin ve renklerimizin farkı farklı oluşudur[2]..” buyruğunu önemsemeyip,  tek hücreliler gibi çoğalmak isteyenlerin çok sevdiği ve beğendiği bir kavramdır. Yurtiçinde ve yurtdışında yaptıklarıyla alkışlananları –Atatürk gibileri- kendi değerlerine ters düşenleri öç alınması gereken kişi olarak göstermek isteyenlerin başvurduğu, örgütlü bilgisizliğin vücut bulduğu bir kavramdır. Değerbilmezlik,  çoğu zaman gelen geçer ve dini değerleri bir tarafa koyarak, aynı zamanda birinci, kuvvetli, etkin, yetkin ve zengin olanın yanında yer alan ikiyüzlü bir davranış biçimidir; kendine benzemeyen düşünceleri, beğenileri eleğinden geçirmeden; İnanç ile gerçek arasındaki birlikteliği, dostluğu reddeder.

Değerbilmezliğin keskin iyeleri, “darülharp”[3] ortamında, yani; Müslüman olmayan bir hükümdarın topraklarında ve Müslümanlarla gayrimüslimler arasında henüz barış akdedilmemiş topraklarda yaşadıkları inancındadırlar. Daha açık bir deyişle; kurtuluşumuzun ve kuruluşumuzun mimarı Mustafa Kemal Atatürk, Müslüman olmayan bir önder gibi gösterilişinin açı bir örneğidir. Bütün dünyanın tanıdığı ve 98 yıldır bağımsız olan Türkiye Cumhuriyeti topraklarının ise Müslümanlarla ve gayrimüslimler arasında henüz barış akdedilmemiş topraklar olduğunun onayıdır. Gün ışığını perdeleyerek güneşten yararlanmaya çalışan bu anlak iyeleri, birlikte hareket etmesi istenen inançla gerçeğin arasını bu gibi sözlerle bozmakta, gerçeği hapsetmektedir. Bu düşünce, millet istencinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu; herkesin hürriyete, güvenliğe, konut dokunulmazlığına, haberleşme hürriyetine, yerleşme ve seyahat hürriyetine, din ve vicdan hürriyetine, düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, ” topraklarda –

[3] Ordinaryüs. Prof. Dr. Ali Yar, Kozmoğrafya, Lise Kitapları 3. Sınıf, Yıl, 1933, Mi.v.,Armağan Büyüktürkoğlu, Facebok Sayfası,16.08.2020, saat, 21.24

[4] Rum Suresi, 22. Belgü

[5] Müslüman olmayan bir hükümdarın egemen olduğu yerler ve Müslümanlarla gayrimüslimler arasında henüz barış akdedilmemiş olan memleketler İslam hukukunda Darülharb sayılır.

Türkiye’de- yaşayan birinin ya da birilerinin utanmadan, ar etmeden dillendirebileceği bir düşünce midir?

Müslümanlık ile Arap ekinini aynı görenler, Tanrısal sıfatları ustaca kullanıp inancın gerçekle hareket etmesini istemeyenler,  aklını boşa alıp iniş aşağı salanlardır; gerçeğin söylenmediği, yaşanmadığı bir ortamda yetişenlerdir. Atatürk gibi yedi düvele rağmen başkaldırıp, bağımsız bir vatan kurmak adına ölümü göze almış, seksen yıl önce kadınını dünyada ilk savaş pilotu yapıp uçurmuş bir değeri, “değersiz” görmeye, değersiz göstermeye çalışanlar; anasını da babasını da bakıcısının isteği doğrultusunda gözünü kırpmadan öldürebilen “mankurt”[6] kadar beyni zarar görmüş zavallılardır. Aklın firar ettiği bir başın iyesi, sahipli köpek gibi aldığı komutları yerine getirmekten başka bir işe yaramaz.

Bilginin yoksulu olmamak için yüce betiğimizin Alak Suresindeki, “Yaratan Tanrının adıyla oku” buyruğunu belgi edinmeliyiz. Abdülşekür Dinçer[7] dedemizin mısralarıyla yazıma son veriyor, saygılar sunuyorum:

                                    Cahile yüz bin kelamı söylesen kar eylemez

                                     Dünyayı yıksan başına utanıp ar eylemez.   

[6] Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle.

[7]   Rahmetli, Çaykara ilçesi Maraşlı Mahallesinden