Yılmaz KESKİN


ATATÜRK VE TÜRK KADINI

-------------------------------


Bu denememde Cumhuriyet öncesi ikinci sınıf vatandaş davranışı gören, değersiz sayılan, eğitimden, iş hayatından, sosyal hayattan soyutlanan üzgü ve sevgi iyesi Türk kadına Cumhuriyetimizin ilk yıllarında sağlanan bazı haklardan söz edeceğim.

1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile çok eşlilik ve tek taraflı boşanma zincirinden kurtulduğunu, kişiliğini bulup erkeğiyle yan yana, omuz omuza yaşamaya başladığını görüyorum. Siyasi alanda 1930 yılında Belediye Kanunuyla belediye meclisine üye seçme ve seçilme hakkı ve aynı yılda doğum izni tanındı. 1933 yılında kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu. Yine 1933 yılında Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi.1934 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakkına elde ettiler. 1936 yılında İş Kanunu yürürlüğe girdi. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi.1937 yılında Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasını yasaklayan 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi kabul edildi. Türk kadını bu düzenlemelerle başkasının elindeki istencinin iplerini, anlama yetisiyle iş ve işlem yapma özgürlüğünü eline aldığını, umutla yarınlara Avrupalıdan çok daha önce bakmaya başladığını görüyorum.    

Cumhuriyet Tarihi yapraklarını açtığımda bugünün Türk kadınlarına, “haklarınıza sahip çıkın!” diye el sallayan şu ilkleri görüyorum: Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’nin ilk kadın avukatı ve kadın hakları savunucusu olarak ‘cehennemden farksız dünyayı’ adaletle düzeltmeye başlıyordu. Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotu, dünyanın ilk kadın savaş uçağı pilotu unvanıyla ‘pilot topraktan çıkmaz, uçuş okulundan çıkar’ diyerek şerefle göklerde uçmaya başlıyordu. Suat Berk, ilk kadın hekimi ve Dr. Safiye Ali, Türkiye’nin ilk kadın doktoru olarak seve seve ‘her hasta ile yaşayıp ölmeye’ başlıyordu. Safiye Ayla, Klasik Türk Müziğinin ilk kadın sanatçısı, Semiha Berksoy, İlk Türk kadın opera sanatçısı, Yıldız Moran, İlk Türk Kadın fotoğrafçısı olarak ‘yapıtlarını güzelliğin ve gerçeğin yasalarıyla bezemeye’ başlıyordu gururla.  Refet Angın, Cumhuriyetin ilk kadın öğretmeni unvanıyla ‘ulusları kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir’ diyen Atatürk’e ve ulusuna laik olmaya çalışıyordu. Vasfiye Özkoçak,  İlk Türk kadın adliye polis muhabiri olarak ‘adalete açılan ilk kapının karakolunda göreve başlıyordu. Mualla Eyüboğlu, İlk Kadın mimarı olarak bilim ve sanatın odak noktasına, ‘Türk devrim tarihinin iç budak göbeğine’ özgür kadınlar, öncü kadınlar olarak damga vuruyordu.

İstanbul’da 1935 yılında yapılan “Uluslararası Kadınlar Birliği Toplantısı”’nda kürsüde konuşma yapmadan önce Kurtuluş Savaşımızın kadın kahramanlarından olan Asker Saime, Kılavuz Hatice, Tayyar Rahmiye, Fatma Seher Hanım halk arasında bilinen adıyla “Karafatma” ve Binbaşı Ayşe Atatürk’ün kirpiklerine ip atmış sallandığını, konuşmasını bunlardan güç alarak şöyle sürdürdüğünü düşünüyorum: "Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım," diyerek keyfiliğin ve tutuculuğun koltuğunda oturanların rahatını bozuyordu.

Tam o yıllarda Orta Amerika ülkesi olan Maya’da Felipa Poot ve onunla beraber hareket eden üç kadın yoldaş 1936 yılında ilahi Kastcilar tarafından taşlanarak öldürüldüğünü, 1943 yılında Avrupa’nın en önemli kentlerinden olan Paris’te Marie-Loise Giraud   adlı bayan Fransız ailesine karşı suç işlediği için yani  kürtaj yaptırdığı için;  Almanya’nın Münih kentinde  Soğhie Scholl adındaki bir kız öğrenci savaş ve Hitler karşıtı bildiri dağıttığı için idam ediliyordu.  

Yurt dışında bu tür olumsuzluklar, huzursuzluklar ve insan dışılıklar yaşanırken Atatürk; ürkmeyen, çekinmeyen ve de korkmayan mücadelesi ile “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın,” diyerek Türk kadınını yüceltiyor, onun eşit yurttaşlığını sağlayan kanunları bir bir hayata geçiriyordu.    

Ben, bu topraklarda bir daha tek bir otoritenin filizlenemeyeceğini, filizlense bile varlık gösteremeyeceğini, yaşayan halkın da bu otoriteden emir alıp, eski günler gibi yönetilemeyeceğini düşünenlerdenim. Ancak, ‘her yeninin yabancı olduğunu’; kazanımların, ezilenler adına yapılan mücadele ile değil, ezilenlerle birlikte yapıldığında taçlanacağını bilenlerdenim. Altın tepside sunulan kadın hakları, hatırlatılmaz, önemi anlatılmazsa;  zamanla ucuz, zengin sayılan birinin keyfine uygun bir zamanda yaptığı  bir yardım gibi algılanabileceğinin ve değersiz görülebileceğinin endişesini taşımıyor değilim. Benim üzüldüğüm, ileriye dönük gelişmeye hiç bakmadan teknolojik araçları kullanmayı çağa uygun yaşamak sayan, öte yandan dini alanda aşırılığın çevrisine kapılan ve bu halleriyle yönetimde de yer bulan bazı grupların, Türk kadını için hayati önem taşıyan kanunlara ve uygulamalara, dolayısı ile Atatürk’e, içinde okumuş-yazmış bazı kadınların olduğu halde burun kıvırmasıdır.  

Satın alınan ile sunulanın kişi ya da kişilere sağladığı “yarar”,  değeri büyütür ya da küçültür. Bu düşünceden yola çıkarak diyorum ki: Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvelin şeytani çevrilerine kapılmadan, onlara haddini bildirerek, onları geldikleri yere göndererek ve onlara karşın yeni bir devlet kurup Türk insanına sunan Atatürk’ün “yarar”lılığı yani değeri Ben Johnson’un, “Yapılamayacağı düşünülen bir şeyi yaparak, insanlığın güç alanını genişleten her şey değerlidir” özlü sözüyle tartışılmaz olduğu bir kere daha anlaşılmıştır. Atatürk, Devrim ve ilkeleri ile özellikle Türk kadınını eşya gibi kullanan, çocuk üreten fabrika gibi gören bir anlaktan; karanlık düşüncenin çevrisine kapılıp izsiz, sessiz, yersiz ve değersiz bir şekilde yaşam sürdürmekten kurtarıp yurdun etkin ve yetkin birer yurttaşı yapmıştır.

Onun için diyorum ki, saygıyı, değeri, üstünlüğü dilenmeden hak eden Mustafa Kemal Atatürk, kısa yaşamında hayattan aldığından fazlasını veren kişidir; asalet ve şeref iyesidir ki Türk kadınına değer vermiştir, onun için dâhidir.  Kötü ve aşağılık bir kişilik olmadığı için Türk kadınını hor görmemiştir; onun için çok değerlidir. Türk kadınının, Türk Ulusunun ve çoğu dünya milletlerinin gönlünde dincilere –dini kendi çıkarı için kullananlara- karşın yerini koruyor, koruyacaktır. Durum böyle iken Atatürk gibi bir değeri, gördükleriyle ve duyduklarıyla düşünenler, kadını saçı uzun aklı kısa belleyenler ve de dillerini sadece ağızlarına koydukları yiyecekleri sağa sola döndürmek için kullananlar, karanlığa âşık olanlar elbette ki bilemezler diyorum.   

Ahmet mutlu
9.05.2020 17:19:49
Hocan çok güzel yazdın eline sağlık ama bir şey soracağın konun çıktığında yanı kadının şeçme ve secilme konunun da her kadın şeçer ve şeçilir bu doğru ama 1930 çıkan konun bu şecilen kadınlara bakıyoruz bir kabalı kadın yok konun şöylemi çalişıyor, spruyorun bizi seçersin biz isdediğimizi şeçtiririz o anlalilıyor 2 her alanda çalışa bilir buda dğro bi kanun ama işlerde kim çaliştı belli bu nasıl hak anlamış değilim oğluna ve kızına dıyorsu çocuklarım özgürsünüz bu evde esdediğinizi yeyebilirsiniz ama buz dolabını ben acarsan yyeyeceksınız değilse ceza uygularım bu özgürlük olabilirse s, sizin söylediklerin doğrudur. bu yazıda doğru olanlara imzamı adarım ama şunu yazma Cumhuryet kadına özgürlük verdi baştakilerin istediği kadar.

Ali Erdem
10.05.2020 00:21:42
Seni saygı ve sevgi ile bu ülkenin ezilenlerine bir nebze de olsa hakları için mücadele etmeleri gerektiğini ifade etmen ne kadar itibar ederler toplumun sınıf bilincine ve nemelazimciligi ortadan kalkarsa kısaca okumayı severse bu toplum başardık demektir

Yılmaz KESKİN
10.05.2020 14:51:52
Sayın Ahmet Mutlu, Yüce petiğimiz Kur'an doğruları yazar, yanlış uygulayanlar içi de sunu söyler: Maide-105, "Ey iman edenler, Sizler kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru gittkten sonra öte taraftan sapanlar size bir zarar veremez," buyurmaktadır.

Yılmaz KESKİN
10.05.2020 21:04:57
Sayın Ahmet mutlu, Yüce petiğimiz Kur'an doğruları söyleyen kutsalımızdır. Bu değere inanıp da yanlış yapanlar vardır, olacaktır. Maide-105 "Ey iman edenler! Sizler kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru gittikten son öte taraftan saanlar dağpanlar size bir zarar veremez.." buyurmaktadır. Önemliolan bu buyruk doğrultusunda eylem ortaya koymaktır.