Yılmaz KESKİN


KORKU VE GÜVEN

-------------------------


Yaşamında malını, paranı, varlıkla ilgili çok şeyini, yani iyesi olduğun ve güvenliğinin vazgeçilmezi gördüğün nesneleri kaybedebilirsin, korkma; elden çıkanı sağlığın elverdikçe bir şekilde karşılarsın; insanların sana olan güvenini kaybedersen kork, çünkü onu karşılayacak ne zamanın olur ne de gücün; kalan yaşamın kurtlanır, tezden solar gidersin.

Korku, çekinme ve kuşku gibi insanlığın baş düşmanı olan duyguların çevrisine kapılıp yok olmamak için bir birimize karşı inanma ve bağlanma duygularımızı; yalan söylemeyerek, dürüst davranarak, ahlaklı, hoşgörülü ve adil olarak beslememiz ve eylemlerimizi bu şekilde gerçekleştirmemiz gerekir. Korkuyu yenmek için zaman zaman Epikür’ün, “Yaşadığımız sürece ölüm bizi ilgilendirmez. Çünkü yanımızda değildir. O geldiğinde ise yine üzülmemeli, çünkü o zaman da biz yokuz,” şeklinde düşünmek gerekir. Ancak ömür süremiz içinde insanlığı, insandan daha uzun yaşatmak için çalışmalıyız.

Korkuyu yenen ve güveni sağlayan kutsal değerlerimizin mimarı Hz. Muhammed yukarıda ve aşağıda sözünü ettiğimiz insani değerlerin sadece iyesi değil, bizzat kaynağıdır; bu konuda en güzel bir örnek olarak belleklerimizin ilgili bölümünde duruyor.   Mekke halkı onu yalvaç(Peygamber) olmadan önce, yalan söylemediği, dürüst davrandığı, ahlaklı, hoşgörülü,  adil olduğu ve herkesin düşüncesine saygı duyduğu için “Muhammed güvenilir” olarak adlandırmıştır ve duyurmuştur.  O, hiçbir zaman gereğinden fazlasını üretip yığmamıştır, tüketmemiştir, iki günü eşit yaşamamıştır ve de etliye sütlüye karışmayan tembel hiç olmamıştır; insancıl zenginliklerini değerlendirmiş ve geliştirmiştir. Bu güzel özellikleri sayesindedir ki, Yalvaçlığını (Peygamber) benimsetmekte, yüce Tanrı’nın buyruklarını daha kolay ve hızlı bir şekilde yaymakta çok fazla zorlanmamıştır.

Bu denememde bazı yöneticilerimizin uygulamalarına da değinmek istiyorum. Devletin kurumuna seçilerek gelen bir görevli iken, kurumu için yapılan yanlış bir uygulamaya şiddetle karşı çıkan birinin yaptığı davranışı ne kadar haklı buluyorsam; yıllar sonra devletin etkin ve yetkin birisi olarak aynı kuruma seçilerek gelen ve kendi düşüncesinden olmayan başka birine, karşı çıkılan yanlışı yapmaya kalkışmasını o kadar yanlış buluyorum. Niye? Bu gibi uygulamalar, halkın yetkiliye ait olan güven duygusunu azaltıyor da ondan; niye? Kazanmak için günah işlemeyi mubah sayıyor da ondan; niye? Bu kişi, kinci bir çevrinin halkasına kapılmış, ulaşılan makamı bu gibi yanlışları düzeltmek için değil, öç almak için kullanmıştır da ondan; korona gibi bulaşıcı sorunları gidermek yerine, onlarla uzlaşmayı, yaşamayı, kol kola olmayı, sarılmayı seçmiştir de ondan.      

Yine etkin ve yetkin bir yönetici düşünün.  Vatan, bayrak, milliyet, Cumhuriyet, İstiklal Marşı, maneviyat, hak, hukuk, adalet kavramlarını dillendirip, halkın gönlüne taht kurmasını ne kadar güven verici buluyor, görüyor ve değerlendiriyorsam; aynı yöneticinin, bu kavramların çoğu ile küs olmasını, hatta bu değerlerin bazılarına –Türk, Türkçe, İstiklal Marşı, milliyet gibi değerlere- açıkça saygısızlık yapmasını, zaman sonra da bu değerlere çıkarı gereği sahip çıkıp dillendirmesini güven vermeyen ikiyüzlü bir davranış olarak görüyorum.    

Neden güven vermeyen ikiyüzlü davranış? Çünkü yıllar önce haklı olarak gösterdiği o davranışı, önceden yapmayı istediği, ancak bir türlü gerçekleştiremediği düşünceyi o anda gizlemek için perde olarak kullanmıştır da ondan. Kendimden çok emin olarak diyorum ki: Yalvacımızın düşünüş ve inançtaki ayırıcı özelliğini, saman içindeki demir tozlarını mıknatısla çekip alır gibi alacaksın, üretmeden devletin hizmetlerini tüketmeyi en büyük erdem sayacaksın, ancak uygulamaya sıra geldiğinde dürüstlüğü, ahlaklılığı, hoşgörüyü ve adaleti uçurumdan aşağıya yuvarlayacaksın, bu değerlerin yaralanmasına ve ölmesine neden olacaksın, ondan sonra da makamında, sarayında rahat yaşayacaksın! Halkın yanında güvenilmez, vicdanı kırbaçlanmış, acı çeker bir şekilde güvenlik çemberi içinde yaşarsın bir zaman!

Din kurallarını kendi çıkarları, kendi düşünceleri doğrultusunda değiştiren ve yönetimde de yer bulan bazı dinci yöneticilere baktığımda, Bakara-219, yedi belgülü(ayet) Maun Suresi ya da Saf Suresinin 14. Belgüsü, “Ey inananlar! Tanrı’nın yardımcıları olun..” şeklinde başlayan buyrukları gözlerinin önlerinde mertek gibi dururken, eşeği sağlam kazığa bağlamadan takdire bühtan etmekle, sorunlarını cinsellikle çözmekle meşgul olduklarını görüyorum.  Ele alınacak hiçbir başka konu yokmuş gibi küçük yaşta çocuklarla evliliği, erkek çocuklarla eğleşmeyi(badeleme), anne ile evliliği, babanın öz kızına kösnü(şehvet) duyması ve sakalsız erkeğin kadın zannedilip kösnü uyandıracağı, kısacası başlarını bellerine indirip oralardan seslenmeyi uzmanlık saydıklarını, görüyorum.  Bazı şahsiyetlerin habersiz gelen Azrail’e tokat atmakla, “sen git ben şimdi gelemeyeceğim” demekle;  Manisa depremini engelleyip Van’a kaydırmakla ve vidasını gevşettiği uzay mekiğini düşürmekle övündüğünü; çağımızın vazgeçilmez buluşları olan bilgisayar, televizyon ve cep telefonunu kendisi kullanıp halka“şeytanın işi” deyip inandırmakla uğraştığını, din için yararlı olmayan düşünceler ürettiklerini, yüce Tanrı’nın insana bahşettiği aklı reddettiklerini görüyorum, duyuyorum.  Bunlar, düşünceyi ateş altında tutmakta, böylece din adına en büyük kötülüğün kazağını örmekte, insanlığa sunulan şansları azaltmakta, kişi ömründen uzun insanlığın kolunu-bacağını kesmekte bir sakınca görmemektedirler.  Görünümleri  Müslüman gibi düşünceleri ve eylemleri şeytan gibi bu insanlara ben güvenmiyorum, güvenemiyorum.

Güven duygusundan, Tanrı korkusundan yoksun, kârdan ve iktidardan başka düşüncesi olmayan, kentleri beton ormanına çeviren kişiler için diyorum ki: Sizler, düşünce tembeli insanları peşinize takıp yol alanlarsınız. Çıkarınız için yüce Tanrı’nın buyruklarını, Yalvacımızın (Peygamber) o güzel özelliklerini sözde benimsiyor, özde reddediyorsunuz. Yalvacımız gibi paylaşmayı, onun gibi mal, mülk, zenginlik bırakmadan ölmeyi hiçbir zaman düşünmüyorsunuz. Demlenmiş sorunlara, insanların güven duygusuna sağırlaşıp demokratik ruhu inme ile karşı karşıya bırakıyorsunuz; aklınıza ve vicdanınıza işkence ederek yandaşlarınız kazansın diye köylünün tavuğuna çarık giydirmeye,   ektiği tarlaya zarar versin diye de yaban domuzuna darbeli matkap armağan etmeye kalkıyorsunuz. Düşünceyi ahıra bağlayıp, öküzden süt sağmaya çalışıyorsunuz. Aklı ve bilgiyi yük olarak görüyor, işi hak edene değil size eğilene veriyorsunuz.

Halk, yöneticilerinin ve yol göstericilerinin ikiyüzlü, dolandırıcı olabileceklerine yakıştırmadığı için zor inanır, inandığında ise bütün güven bayraklarını gönderden bir daha çekmemecesine indirir. Son olarak diyorum ki, malla, mülkle, zenginlikle, topla, tüfekle elde edilemeyecek olan “Güven” duygusundan yoksun olanlar, “korona” dahil bütün aşılarını yaptırmış olsalar, Dünyada yaşamaktan korkup uzayda başka bir gezegene yerleşseler bile önemini kavrayamadıkları ve de aldattıkları, Tanrı’nın evi olarak bilinen vicdanlarda tutuklu kalıp erim erim eriyerek yok olacaklarını bilmelidirler.