ÇAYKARA RUMCASI İLE ARKAİK ANADOLU TÜRKÇESİ ARASINDA ETNİSİTE ALGISI

 ÇAYKARA RUMCASI İLE ARKAİK ANADOLU TÜRKÇESİ ARASINDA ETNİSİTE ALGISI

Çaykaralı hemşehrimiz Tarih öğretmeni Yunus Mutlu'nun kaleme aldığı," ÇAYKARA RUMCASI İLE ARKAİK ANADOLU TÜRKÇESİ ARASINDA ETNİSİTE ALGISI " araştırmasını değerli okurlarımızla paylaşıyoruz.

ÇAYKARA RUMCASI İLE ARKAİK ANADOLU TÜRKÇESİ ARASINDA ETNİSİTE ALGISI 

Çaykara yöresinde konuşulan Rumca ile yörede yaşayan insanların kültürel değerleri üzerinden milliyetçilik algılarını ele almak istedik. Yöredeki etnik oluşum Çaykara’nın coğrafyasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu anlamda Çaykara’nın yerleşime açılma biçimi ve diğer yapısal unsurlar önemlidir. Buna göre Çaykara’nın iskânı sahilden kırsala değil, kırsaldan sahile doğru gerçekleşmiştir. Değişik sebeplerle göçe maruz kalan Kafkas ve Türk toplulukları, Demirkapı geçidinden giriş yaparak, Solaklı Vadisinden aşağıya yayılmışlardır. Bu topluluklar içerisinde ağırlıklı olarak Kıpçak ve Peçeneklerin olduğu görülür. Anadolu’nun Türk iskânına açılmasıyla Çaykara da zamanla, Türk topluluk ve Beyliklerinin etki alanına girmiştir. Zira Kıpçak ve diğer Türk topluluklarından kalan dil, arkaik Anadolu Türkçesi, temel yaşam biçimleri, inanışlar ile muhtelif kültür unsurları halen ağırlığını korumaktadır. Çaykara’nın Anadolu ile olan bağlantısını Maraşlı Köyü ve Maraşlı kardeşler üzerinden, Rumca etkisini Türk ve Rum unsurlarının bir arada yaşamaları ile Bizans’ın asimilasyon politikasıyla açıklamak mümkündür. Bugün ise bu zaviyeden yörede konuşulan Rumcanın bir zenginlik olduğu ancak etnik anlamda Türklük algısını etkilemediği görülmüştür. 

Yakın zamanlara kadar varlığını koruyan ve bir nesil sonra konuşulmayacak olan Trabzon Rumcası üzerinden, Çaykara hakkında birçok kesimden birtakım yorum ve değerlendirmeler yapılagelmektedir. Bu dilin ne içeriği ne yapısal özellikleri ne de Türkçeyle olan münasebetleri hakkında pek bir bilgisi olmayan insanlar siyasal mahiyette birtakım değerlendirmelerde bulunabilmektedirler. Bu çerçevede bu dilin Trabzon’un özellikle Çaykara, Dernekpazarı, Of, Sürmene, Tonya ve Maçka gibi ilçelerde konuşulması Çaykara özelinden bu dili ve insanlar üzerinde oluşturduğu aidiyet duyguları hakkında bir çalışma yapılmasını akıllara getirmiştir. Trabzon’da konuşulan Rumca üzerine geçmişte birçok araştırmacı birtakım çalışmalar yapmıştı. Bu manada yapılan çalışmalar içerisinde Çaykara da yer almıştı. Bu çalışmaları yapanların önemli bir kısmı yabancı araştırmacılardan oluşmaktaydı. Bu araştırmacılar genel olarak bu dilin temel yapısal özellikleri üzerinde durmuşlar, Rumcanın diğer dillerle olan ilişkisi örneğin Türkçe’nin bu dil içerisindeki ağırlığına pek yer vermemişlerdi. Yakın zamanlarda ise Türk araştırmacılar yüksek lisans ve doktora tezleri ile Çaykara yerelinden bu dil hakkında önemli saha çalışmalarıyla katkıda bulunmuşlardır. Bu çalışmalarda ise bu dilin yapısal özelliklerinden ziyade bu dilin insanlara neler hissettirdikleri ve genel kabul konuları üzerinde olmuştur. Ayrıca bu yörede kullanılan Rumca dikkatleri çekmesine rağmen burada konuşulan ve kökeni çok eskilere dayanan Anadolu Türkçesi nereden, nasıl gelmiş ve varlığını nasıl korumuş sorusu irdelenmemiştir. 

Bu çalışmada daha önceden yapılan araştırmalarda ele alınmayan Çaykara yöresindeki arkaik Türkçe ve burada halen etkilerini kuvvetli bir şekilde gösteren yerel inanışların bir bütün olarak ele alınması üzerinde durulmuştur. Birçok araştırmacı sadece dil üzerinden yaptıkları çalışmalarla etnik manada neredeyse mikro bir millet inşa etme sürecine girmişlerdi. Buna karşılık ise bu zamana kadar ele alınmayan bütüncül bir bakış açısıyla yöredeki dil, kültür ve halen yaşayan insanların bizzat yaşantıları ve duygularına danışmak suretiyle bir neticeye vardık. Bu manada yörede Rumca diye bildiğimiz birçok kelimenin aslında eski Anadolu Türkçesi, Kıpçakça, Arapça ya da Moğolcadan geçme olduğu gerçeğine ulaştık. Ayrıca Çaykara yöresinde eski Türk kültür ve inanışlarıyla önemli benzerliklerin olduğunu bunun da bu yörede gölgede kalan alanları aydınlatacağı sonucuna vardık. Bu yaşam ve inanış biçimleri İslam’a rağmen neredeyse bir “inanç” düzeyinde kuvvetli ve etkili olmaktadır. Doğum, ölüm, atalara saygı, hayvanlara doğaüstü güçler atfetme, su-ateş anlayışları vb. birçok inanış biçiminin izleri Orta Asya’yı işaret etmektedir. 

Yörede konuşulan Rumcanın aynen insanların yaşamları gibi Türkçeyle iç içe geçmiş bir yapısı vardır. Bir cümlenin tamamının Rumca kelimelerle tamamlandığı istisnadır. İnsanlar günlük yaşamlarında kökeninde Türkçe olan kelimeleri bile birtakım eklerle Rumcaya dönüştürmüşlerdir. Esasında ise bu kelimelere Rumca demek doğru değildir. Rumcada rakamlar 5’ten öteye gitmez. Devamı Türkçe sayılarla tamamlanır. Günler, aylar Türkçedir. Ayrıca Çaykara’da bu yöre Rumcasına dair herhangi bir yazılı kaynak, metin, tablet, yazıt, tabela vb. mevcut değildir. Çaykara yöresinde kuvvetli bir medrese geleneği olduğu bilinmekte olup bu eğitimi alan ve veren insanlarla yapılan 

görüşmelerde

1 Bu başlık adı altında yapmış olduğumuz bir araştırmanın özeti aşağıdaki bölümlerde verilmiştir. 

2 Tarih Öğretmeni. yunmutlu@gmail.com 

Arapça eserlere yapılan şerh ve notların da hiçbir şekilde Rumca ile düşülmediği tespit edilmiştir. Türk kültürüne mal olmuş atasözleri, Rumca formunda da olsa varlığını bu günlere kadar devam ettirmeyi başarmıştır. Ayrıca bu dilin gırtlak yapısının Arapçaya olan yatkınlığı ve Arap harfleriyle ifadesinin daha kolay olmasının da kökende bir Arap etkisi olabileceğini akıllara getirmektedir. 

Çaykara yöresinin Türk tarihi arka sayfalarını da kısaca nazarı dikkate alarak halen bu yörede yaşayan insanlarla birtakım görüşmelerde bulunduk. Elde edilen önemli veriler ve sözlü tarih çalışmaları neticesinde etnik kökenlerin Kafkaslar ile Orta Anadolu kentlerine kadar uzanan bir coğrafi arka plana ulaştık. 

  1. Çaykara Yöresinde Arkaik Anadolu ve Kıpçak Türkçesine Dair Bazı Özellikler. 

Karadeniz’in kuzeyinde yer alan topraklar eski çağlardan bu yana farklı etkenler neticesinde büyük göçlere maruz kalmışlardı. Orta Asya çıkışlı İskitlerin, Kimmerler’in, Kıpçakların, Peçeneklerin ve diğer Turani toplulukların Karadeniz’in kuzeyinde birtakım kavimlerin baskısı sonucu göçe mecbur tutulmaları ile başlayan ve yakın çağlara kadar devam eden göç dalgaları yaşanmıştır3. Birkaç asra yayılan bir süreç içinde zikredilen bu sahaya giren Türk kavimleri burada bulunan diğer kavimleri batıya sürmüş ve buraları kendilerine yurt edinmişlerdi4. Bu göç dalgalarını Güneydoğu Karadeniz istikametinden Trabzon ve Karadeniz’e en kısa yoldan bağlayacak olan nokta Çaykara olmuştu. Coğrafi yapı olarak Solaklı Çayı’nın oluşturduğu doğal hat ve onun Kafkaslarla bağlantı noktası olan Haldızen (Demirkapı), Trabzon ve Çaykara tarihinin şekillenmesinde çok önemli bir fonksiyona haizdir5. Bizans, art arda gelen bu topluluklarla ilişkiler kurarak, onlardan ordusu için asker ve azalan nüfusu için yeni kaynak oluşturmuştu. Hunlar, Avarlar, Hazarlar, Sabirler, Bulgar Türkleri, Uzlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar ve diğer Türk boyları Bizans tarafından 5. ve 11. asırlar boyunca bu kritik bölgelere ileri karakol vazifesiyle yerleştirilmişlerdi6. Örneğin bir Türk boyu olan Bulgarların alt kollarından olan “Çenge” adından gelen ve Of ile Bayburt arasındaki sarp dağlara verilen “Çengelistan” deyimi, Bizans yerleştirme politikasına bir kanıt olsa gerek7. Ayrıca “çenge” terimi Çaykara yöresinde çene yerine kullanılan olağan kalıplardan birisidir. Bizans ayrıca bu toplulukların olası saldırılarından korunmak için bunlar üzerinde Hıristiyanlaştırma ve Rumlaştırma faaliyetleriyle asimilasyon politikalarını canlı tutmaktaydı. İşte Hristiyanlaştırılan bu Türk toplulukları içerisinde Peçenek, Bulgar, Kıpçak ve Oğuz boyları da bulunmaktaydı8. Bu bölgenin bu kritik özelliği benzer şekilde Osmanlılar döneminde de devam etmişti. Zira bu ileri karakolu muhafaza etmekle vazifeli devlet görevlilerinin, Çaykara’nın en eski yerleşim yerlerinden olan Paçan’da konuşlu oldukları tarihi kayıtlarla muhkemdir9. Bu farklı etnik toplulukların benzer nedenlerle bir arada bulunmaları çok kültürlüğü de beraberinde getirmişti. Bu zorlama şartların kaderleri birleştirdiği coğrafyaya Çaykara’yı da dâhil etmek mümkündür. 

3 Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri Siyasi ve Dini Tarihi, İstanbul 2021. s. 24. 

4 Mustafa Ekincikli, Türk Ortodokslarının Kimlikleri Üzerine Bir Değerlendirme Türkler” , Ankara 2002, 6. Cilt, s. 377. 

5 Haşim Albayrak, Of ve Çaykara, Ankara Şubat 1986, Cilt:1, s. 25. 

6 Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, İstanbul 1999. s.216. 

7 Albayrak, a.g.e. s.128. 

8 Zeki Veledi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1947, s. 199-200.

9 Albayrak, Of ve Çaykara, a.g.e. s. 126. 

10 A.Mevhibe Coşar, “Bir Kimlik İşaretleyicisi Olarak Dil Ve Trabzon Ağızlarında Arkaik Hususiyetler” Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, C:1, S:1, Trabzon 2015, s. 248 

Bu şartlarda bir arada yaşamak ve iletişim kurmanın en önemli aracı olan dil, etkileşime maruz kalacak olan ilk kültürel öğe olmuştu. Bu anlamda Türk toplulukları gerek bu etkileşimin gerekse Bizans’ın Hristiyan dili olarak Rumcayı ve Helen kültürünü empoze çalışmaları sonucunda iki dillilik durumu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla diller üzerinden başlayan benzeşme, coğrafyanın değişime yeterince izin vermemesi nedeniyle bugünlere kadar taşınmıştır. Sahil kesime göre nispeten daha kapalı bir özellik gösteren bu yörede her ne kadar iki dillilik görülse de gözden kaçırılmaması gereken bir arkaik Türkçe kullanımı mevcuttur. Trabzon ağızlarında görülen ses özellikleri bölgeyi Göktürk ve Uygur Türkçesine bağlar10. Bazı araştırmacılar Trabzon yöresinde kullanılan Türkçe’nin etnik kökenle bağlantılı olarak 1071 Malazgirt Savaşı’nın çok öncesine dayandığını ortaya koymaktadırlar. 

Bu tezlerden bir başkası ve en önemlilerinden birisi Kıpçakça’nın varlığına dairdir11. Kıpçaklar, üç ayrı dönemde ve biçimde sistematik olarak Doğu Karadeniz’e yerleştirilmişlerdi. Bugün bu bölgede Kıpçaklara dair birçok kültürel kalıntının varlığı korunagelmiştir12. Doğu Karadeniz’in özellikle Trabzon coğrafyasında Kıpçakların dil varlıklarına dair ilgi çekici kalıntılara rastlamak mümkündür13. Örneğin haçan, uşak, afkurmak, ula, yüklü14, gız, kitmek, ev15, burgu, bıçkı (testere), dıvar16 (duvar), yiğne (iğne)17, yüksük (yüzük), gene, oynaş, üvey, kuma, kenç, ekiz (ikiz), oğul (genel manada çocuk), ruspi (fahişe), murdar, ahmak, zalım, talaş, baht, bükri (kambur, burgu), kart, mefluç (felç), ekindü (ikindi), gavur, tanık, tüy (kıl), böz (bez), ana, kopça, yaşmak (baş örtüsü), avrat, tişi (dişi), kapu, avli (avlu), mıh (çivi), tekne (leğen), senek, halı, kilim, bilevu (bileme aracı), kavut (kavrulmuş buğday), sarmusak, eruk, terek (ağaç raf)18, ıyal19, ana, ander, çabula, dalda20, gerdel, tutacak, köz, çiyan, çise, gerdanlık, gibi sözcükler öz Türkçe olmakla diğer Türk devletlerindeki Kıpçak Türkçesiyle eşleşmektedir21. Ayrıca Çaykara yöresinde hayvancılığın vazgeçilmez bir yerleşim, konaklama merkezi olan ve düzlük manasına gelen “kom” deyimi Kıpçakça’dan geçme bir terimdir22. “Kom”un yerleşime uygun bir yer olmasıyla “konmak” arasında bir anlamsal bağ olsa gerektir. Kovı23, kovuk24 ile Çaykara’nın bir yaylası olan Sakarsu/Şekersu (şakar, sugar25) Kıpçak dilinden gelmektedir26. Ses ve yapı yönünden kullanılan dilin Orta Asya ağızlarıyla ve arkaik Anadolu Türkçesiyle benzerliği vardır. Örneğin İlan (yılan), ayaz, tuman (sis), çubuk (baston, odun parçası), çerçi (tüccar) gibi terimler gösterilebilir27. Bugün Çaykara ağızlarında görülen diğer bazı bazı özellikler bu arkaik özelliklere ışık tutmaktadır. Örneğin Kelime başındaki -g’lerin -k, -d’lerin -t, -b’lerin –p haline dönüştürülmesi; düzlük ve yuvarlaklık kuralına uyulmaması, ön seste –b, ünsüzünün korunması; ek fiillerin devrik kullanımı, iki fiilli kullanım biçimleri bu minvalde sayılabilir. 

11 Ayşe Öztürk, “Karadeniz Bölgesi İle Macaristan Kuman-Kıpçak Coğrafyasının Karşılaştırmalı Halk İnançları”, Karadeniz Araştırmaları Balkan, Kafkas, Doğu Avrupa ve Anadolu İncelemeleri Dergisi, C: XVII, S: 66, Samsun 2020, s. 385-421. 

12 Recep Toparlı, “Kıpçak Dili ve Edebiyatı”, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, “Türkler”, Cilt: 5, s. 1558. 

13 Can Özgür, “Doğu Karadeniz Ağızlarında Kıpçakça Üzerine Tespitler” Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S: 13, Yıl 2002, s.122. 

14 Çaykara yöresinde hamile kadınlar için kullanılmaya devam eden bir terimdir. Hamile olan hayvanlar için de kullanılır. Aynı terimi halen Kıpçaklar arasında kullanılmaya devam etmektedir. (Ahmet GÖKBEL, “Kıpçaklarda Sosyo, Ekonomik ve Dini Yapı”, “Türkler” 3. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları Ankara 2002, s. 179.. 

15 Ev genel manada tam yerleşimi ifade eden köylerdeki barınaklar için kullanılır. Yörede benimsenen yarı göçebe yaşam kültürünün önemli bir parçası olan Kom da ya yaylada bulunan barınaklar için ise “kom” ve “yayla” terimi kullanılır. Bu yerleşim yerlerindeki barınaklara bir nevi çadır nazarıyla bakılmaktadır. Ev terimi, yarı göçebe kültürünü benimseyen Kıpçaklarda da ana yerleşim yerindeki barınağa karşılık gelir. (Ahmet GÖKBEL, Kıpçaklarda Sosyo, Ekonomik ve Dini Yapı, “Türkler” Cilt: 3, Ankara 2002, s. 179. 

16 Jale Demirci, “Codex Cumanicus”, Türkler” Cilt: 3. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları Ankara 2002, s. 1284. 

17 Peter G. Golden, “Kıpçak Kabileleri Üzerine Notlar: Kimekler ve Yemekler”, Türkler” Cilt: 2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 1341. 

18 İlker Berber, “Tarihi Kıpçak Türkçesi Sözcüklerinde Sosyal Ve Kültürel Yaşam, Pamukkale Üviversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüsek Lisans Tezi, Denizli 2019, s. 224-322. 

19 İlker Berber, “Tarihi Kıpçak Türkçesi Sözcüklerinde Sosyal Ve Kültürel Yaşam, Pamukkale Üviversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüsek Lisans Tezi, Denizli 2019, s. 44. Iyal, Kıpçaklarda kullanıldığı gibi Çaykara’da da aile efradını ifade eden bir kavramdır. 

20 Necati Ağıralioğlu, ”Çaykara Türkçesinin Kelimeler ve Diğer İlçelerle Ortak Kullanılanlar, Çaykara Türkçesinden Kelimeler (caykaragundem.com). 25.04.2018. Çaykara’da “dalda” olarak kullanılan kelimenin kökeni “dulda”dan gelir. Çaykara’da genelde yağmurdan korunaklı bir yer manasında kullanılır. Saçak altı, ağaç altı, taş kovuğu gibi. Ancak ev bark anlamında da kullanılır. “Dulda ise gölge, siper, kuytu yer, barınılacak veya sığınılacak yer manasında olup, aynı mahiyette bir manası vardır. Sümerce dul (=örtmek, örtünmek, kapamak), Akad’ca tillu (=höyük, üzeri kapatılan barınak yeri), Arapça’da tel (=höyük, tepe) şeklinde tarihsel bir değişim süreci geçirmiştir. Kürtçe talde (=gölgelik, kuytu yer) sözü bir olasılıkla Moğolcaya intikal ederek, Moğolcada dulda (=gölge yer) şekliyle yayılım göstermiştir. Anadolu’da dalda şekliyle de telaffuz edilmiştir. Kimi yörelerde ‘saçak’ karşılığında telaffuz edilmektedir”. Kaynak : http://aksozluk.org/dulda. 

21 Özge Koç, M. Yavuz Alptekin, “Siyasal ve Kültürel Yönleriyle Trabzon’da Muhafazakarlık”, Karen, Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:2, KTÜ Trabzon 2016, s. 139. 

22 Hakan Aydemir, “Macaristan Kuman-Kıpçaklarından Kalan Bir Sayışmaca Üzerine Dilbilimsel Açıklamalar”, Dil ve Edebiyat Araştırmaları, (VII. Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nda), S.18, Ankara Güz 2018; (18) 13-30, s. 200. 

23 Gökbel, Kıpçak Türkleri a.g.e., s. 23. 

24 Çaykara yöresinde “kimsesi yok” manasında “ağaç kovuğundan çıkma” deyimi oldukça yaygındır. Ahmet Gökbel, “Kıpçak ve Kumanlar”, Türkler Cilt: 2., Yeni Türkiye Yayınları Ankara 2002, s. 1282. 

25 Mualla Uydu Yüce, “Kıpçaklarda Toplum ve Kültür Hayatı”, Türkler, Cilt: 3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 244 

26 Can Özgür, “Kıpçakların Dili”, Türkler, Cilt: 3,. Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 1267 

27 Türkdoğan, a.g.e., s.218. 

Kültürel ilişkilerde olduğu gibi dilde de temas yoğunluğu artıkça zayıf dil baskın olandan daha çok etkilenir. Bununla beraber zayıf olan dil de baskın dili etkiler.28 Çaykara’da birçok kişiyle yaptığımız görüşmede insanların Rumcayı yaygın olarak kullandıklarını hatta bazı kişilerin 70-80 sene önce Türkçeyi hiç bilmedikleri bilgileriyle karşılaştık. Buna karşılık Rumcayı hiç bilmeyenlerin olduğu gerçeğine de ulaştık. Ancak Rumcayı araştıranların, buradaki Türkçe’nin tüm arkaik kalıp ve yapılarıyla bu günlere kadar nasıl geldiği üzerinde durmamaları önemli bir ayrıntıdır29. Halbuki bu durumu yöredeki yer adları üzerinden de açıklamak mümkündür. Buradaki Türkçe kullanım biçimi resmi olarak okullarda öğretilen bir tarz değildir. Bu eski ve köklü bir geleneğin bakiyesidir. Bu dil yapısıyla beraber yöredeki zengin inanış ve yaşam biçimleri, kökenin Orta Asya ve Anadolu Türk kültürüyle bağlantısını ortaya koymaktadır. Ayrıca Çaykara yöresinde kullanılan Türkçe içerisindeki birçok kalıbın Balkanlarda yaşayan Türk dilleri ve Azeri diliyle de benzerliği ortaya konulmuştur30. Ayrıca yörede konuşulan Türkçe’de bir yabancı dilden kalan ağız ve aksanların yer almaması önemli bir başka veridir. 

28 Genç, Trabzon örneğinde, a.g.e., s. 7. 

29 Korkmaz, a.g.m., s. 38. 

30 Aydemir, a.g.m, s.13-30. 

31 Mithat Sertoğlu, Rum Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958. s. 269-270. 

32 Salih Özbaran, Bir Osmanlı Kimliği 14. 17. Yüzyıllarda Rum/Rumi Aidiyet Ve İmgeleri, Kitap Yayınevi LTO, İstanbul 2004, s.24-56. 

33 Korkmaz, Trabzon Ağızları, a.g.m., s.73. 

34 Bugün Trabzon’un birçok ilçesinde Rumca yerleşim yeri adına ya da Rumca formuna sokulmuş isimlere rastlamak mümkündür. Varvara, Sifla (Karanlık), Mesahor (orta köy), Moğola, Metinganiya, Mahura (Siyah), Zobunlu, Şinik, Kada (Aşağı) gibi. Bunlar içerisinde Akçaabat’ta olan “Şinik”le, “Kada” nın; Çaykara’daki “Şinek” ve “Kadahorla” benzerliği de dikkatleri çeken ortak terimlerdendir. 

35 Tellioğlu, a.g.m.,.s 61. 

  1. Çaykara Rumcası ve Genel Özellikleri 

Çaykara yöresinde kullanılan ve adını yöre insanlarının Rumca olarak koydukları sırf bu dil üzerinden bir millet tanımlaması yapmak doğru olmayacaktır. Zira Osmanlı tarihi bunun bu şekilde olamayacağına dair çokça örnekle doludur. Buradan birkaç örnek vererek asıl konuya geçelim. Avrupalılar, Osmanlı Devleti'ni Türk devleti olarak tanımlamalarına rağmen, 15. yüzyıldan itibaren Araplar, İran, Orta Asya, Endonezya dahil tüm İslam dünyası “Rumi” olarak vasıflandırmışlardı. Aslında bundan kasıtları Roma İmparatorluğu'nun mirası üzerinde oturan ve ona hâkim olan Osmanlı ve Türklerden başkası değildi. Çin kaynakları da bu terimi aynı şekilde Osmanlıları ifade edecek şekilde kullanmaktaydılar. Yıldırım Beyazıt Niğbolu savaşından sonra “Sultan-ı İklim-i Rumi” olarak vasıflandırılmıştı. Belli bir dönemden sonra Osmanlı devlet adamları, şairler, aydınlar “Rum” ile ilgili değişik şekillerde vasıflandırılmışlardı. Örneğin “Sultan-ı Rum” (Osmanlı padişahları için), “rumi” (yöneticiler için), “ulema-i rumi” (alimler için), “şuera-yı rum” (şair ve entelektüeller için), “gaziyan-ı rum” (gaziler için) kullanılmaktaydı. Bir diğer örnek Osmanlıların Amasya, Sivas Tokat’ı birleştirerek “Rum Beylerbeyliğini”, 1413'te kurarak buraya “Rumiye-i Suğra” (küçük Rumeli) adını verdikleri görülür31. Portekizliler 16. yüzyılda zengin tarih ve edebiyatlarına “rumes” deyimini Osmanlıları tanımlamak için sokmuşlardı32. Hacı Bayram Veli üzerinde bir çalışma yapan Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram Veli’den “Şeyh-ul Rum” olarak bahsedildiğini kaydeder. Mevlâna için “Molla-i Rum” deyimi kullanılır. Hacı Bayram Veli'nin Anadolu erenlerinin Piri olduğu düşünüldüğünde Türklük ve Rumluk arasındaki yakın ilişkiyi anlamamız daha da kolay olacaktır. 

1923 yılındaki mübadeleye kadar Trabzon sahilinde de konuşulan Rumca daha sonra nispeten şehirle bağlantısı daha az olan dağlık kesimlerle sınırlı kalmıştır33. Trabzon’un fethinden itibaren birçok köyde Rumlar ve Türkler beraber yaşamaktaydılar34. Bunun öncesinde ise yörede kuvvetle bir Hristiyan Türk etkisinden de bahsetmek gerekmektedir35. Zira buradaki Türk fonetiğinde görülen kelime ve kelime bilgisi genelde Rumca olarak bilinmesine rağmen aslında Türk etkisinin baskın bir karakterinin bulunduğunu ifade etmek gerekmektedir. Dolayısıyla yaşam biçimleri ve diller de ister istemez bu toplumlar arasında bir transfere sebep olmuştu. Örneğin 1835 nüfus sayımına göre Akçaabat’ın, toplamı 91 olan köy ve mahallelerinin 57’sinde sadece, Müslümanlar, 6’sında sadece 

28 Genç, Trabzon örneğinde, a.g.e., s. 7. 

29 Korkmaz, a.g.m., s. 38. 

30 Aydemir, a.g.m, s.13-30. 

31 Mithat Sertoğlu, Rum Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958. s. 269-270. 

32 Salih Özbaran, Bir Osmanlı Kimliği 14. 17. Yüzyıllarda Rum/Rumi Aidiyet Ve İmgeleri, Kitap Yayınevi LTO, İstanbul 2004, s.24-56. 

33 Korkmaz, Trabzon Ağızları, a.g.m., s.73. 

34 Bugün Trabzon’un birçok ilçesinde Rumca yerleşim yeri adına ya da Rumca formuna sokulmuş isimlere rastlamak mümkündür. Varvara, Sifla (Karanlık), Mesahor (orta köy), Moğola, Metinganiya, Mahura (Siyah), Zobunlu, Şinik, Kada (Aşağı) gibi. Bunlar içerisinde Akçaabat’ta olan “Şinik”le, “Kada” nın; Çaykara’daki “Şinek” ve “Kadahorla” benzerliği de dikkatleri çeken ortak terimlerdendir. 

35 Tellioğlu, a.g.m.,.s 61.  

Gayri Müslimler yaşamaktaydı. 28 köyde Müslümanlarla gayri Müslimler beraber yaşamaktaydı36. 1900’lı yılların başlarına kadar Özdil Beldesi’nde Türk, Rum ve Ermenilerin beraber yaşadıkları bilinmektedir37. Bugün Akçaabat, Yomra, Arsin gibi ilçelerde; Çaykara, Tonya, Maçka gibi ilçelerde konuşulduğu gibi bir Rumca kalmamasına rağmen bazı kelimelerin varlığı, yer isimleriyle beraber süregelmiştir. Bu dilin sahilde varlığını sürdürememesinin nedeni şehirleşme ve kültürleşmeye olan açıklıkla alakalıdır. Sahildeki değişim hızı, ekonomik ve kültürel eğilimler ve diğer kentlerle olan temas bunda etkili olmuştur. Kırsalda ise kapalılıktan dolayı değişim daha yavaş gerçeklemiştir. Bunu Çaykara’nın şehirle erken teması neticesinde yansıtan köyler de bulunmaktadır. Buradaki bazı köylerde Rumcanın konuşulmasına karşı gösterilen bilinçli direnç neticesinde birçok köy, Rumca konuşulan köylerle çok yakın olmasına rağmen Rumcaya kendisini kapatmıştı38. Bu köyler Maraşlı (Paçan), Kumlu (Mimilos), Ataköy (Şinek), Şahinkaya (Şur) gibi merkezlerdi. Bunlardan Maraşlı’nın kalıplarını kırıp, sınırları aşarak eğitim ve bürokrasiye diğer köylerden önce açılması kendilerine böyle bir öncelik sağlamış oldu. Bundan dolayı da çok yakın zamana kadar Maraşlılar, Maraşlı’nın hemen yanı başında bulunan ve Maraşlı köyünden ayrılarak kurulan, Çambaşı (Anaso-i Paçan) ile Taşlıgedik (Mezire-i Paçan) mahallelerinde Rumcanın konuşulmasını tahkir edici bir durum olarak görmekteydiler. 

36 Mustafa Ali Uysal, Kazım Kartal, “Miladi 1840-1850 Tarihli Reaya Defterine Göre Trabzon Vilayeti Akçaabat Nahiyesinde Yaşayan Rum Nüfusunun Demografik ve Sosyo Ekonomik Yapısı”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektornik Dergisi, S:11(1), 2020, s. 136-142. 

37 E.Ç. ile görüşme, Yer, Çambaşı Mahallesi, Yaş 61. Görüşme tarihi, 03.09.2024. 

38 Dönmez, a.g.e., s. 70. 

39 Gökdağ, a.g.m., s.115. 

40 Gökdağ, a.g.m., s.111-134 

41 Serpil Soydan, “Tarama Sözlüğünün İlk Üç Cildinde Kadın Ve Mutfak Eşyaları Hakkında Kısmî Söz Varlığı Çalışması”, Teke Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi S: 7/2, 2018, s. 720. 

42 “Eba” genel manada kadınlar için kullanılan bir terimdir. Kıpçaklar “aba” deyimi büyük anne için kullanırlardı. (Gökbel, Kıpçaklarda Sosyo, a.g.m.,s. 177. 

43 Tellioğlu, a.g.m., .s 73. 

44 Yılmaz Keskin, Çaykara’da söz varlığı 1, İstanbul 2019, s.95. Kudal, Kuda kökünden dünür manasına gelir. Kız alıp vermeyle fiziksel manada çatallanan, budaklanan aileyi ifade eder. Kıpçak dilinde iki sıvı maddeyi çırpan manasındadır. Çaykara’da da budaklı karıştıraç manasında kullanılır. 

45 İçi boş manasında eski Türkçeden gelme bir kelimedir. https://www.etimolojiturkce.com/kelime/kof. 

46 Kadureme, Kıpçak dilinde “boşaltım” manasına gelir. Çaykara yöresinde bevl etmek manasında kullanılan ve Rumca olduğu sanılan ancak öz Türkçe kelimelerden birisidir. (Yılmaz Keskin ile görüşme, 30.09.2024) 

Çaykara yöresinde mevcut Rumca ile Türkçe iç içe geçmiş ve birbirini tamamlar mahiyettedir. Örneğin yörede konuşulan Rumcada sayılar beşe kadar Rumca, gerisi Türkçe ile tamamlanmaktadır. Gün isimleri ise tamamen Türkçedir. Yine Osmanlı Devleti’nin kullandığı ve Rumi olarak adlandırılan takvim Çaykara’da “Alaturka” olarak isimlendirilmektedir. Bu takvimde ay isimlerinin neredeyse tamamı Türkçedir. Örneğin, stavrit (istavrit, eylül), koç ayı (kasım), üstü yanar (aralık), küçük ay (şubat), mart, mayıs, kiraz ayı (haziran), çürük ayı (temmuz), ağustos gibi. Rumca üzerinde çalışmaları olan Dr. Ionna Sitaridov, Rumcanın mastar yapısının Latin dillerinde görülmeyen bir özelliğe sahip olduğunu ve dolayısıyla bu dilin Yunan ve Yunan koloniciliğiyle bir ilgisinin olmadığını ortaya koymuştu39. Bu zaviyeden yörede konuşulan Rumca irdelediğinde bu dil içerisinde birçok Türkçe kelimenin birtakım eklerle “Rumca” formuna sokulduğu görülür. Genelde –es, -os,-e,-a, -ves, -ne, -na, vb. eklerle bu dönüşüm sağlanmıştır. Örneğin, konuşurum kelimesi “konuşevo”, temizlersin “temizleyevis”, çorba “şurva”, sağlığına “so sağluğis”, terzi “terzis”, suluk “ so suluk”, çayır “sa çayira”, yeşerdi “e yeşilleyepsen”, çeşitli “çeşitliya”, kolayladı “e kolaylayepsen” gibi40. Yine horon oynarsın, “horevis”, boya, pencere “sin pencere”, bohça41, yorgan “ta yorgana”, yastık “yastuğa”, peke, ırgat “arğadiya”, kondurmak “kondurevis”, eba42, becerikli “beceruklis”, taşımak “taşiyevo”, coşmak “e coşepsen”, yerleşmek “e yerleşeftes”, kaval, kemençe43, okumak “okuyema”, suğuk algınlığı “soğuklayema”, belleme “bellyevis”, hava “o hevas” vb. neredeyse günlük konuşma dilinde Türkçe kelimelere birtakım ekler eklenmek suretiyle yeni kelimeler türetilerek kullanılmaktadır. Bunun haricinde Rumca olarak bilinen ancak kökeninde Türkçe olan birçok kelime bulunmaktadır. Örneğin kudal44, panfi, halaz, avdan, çaput, çorma, gorgor, kofin45, saraho, çiçen, kadurema46, kolimp, 

gerdel 47 gibi birçok kelime kökeninde Türkçedir48. Başka bir ifadeyle bu kelimelerin Rumca karşılığı yoktur. Ayrıca şu anda Trabzon’un birçok ilçesinde cümle içerisinde bazı Rumca kelimelerin kullanıldığı görülür. Örneğin Arsin, Yomra, Of, Akçaabat gibi ilçelerde mesahor (ortaköy), kadahor aşağı köy), coşara (coşkulu), şelek (bir yük bağlama biçimi), peşko (soba), banfi (ineklere yem/ot verilen yer), frahti (çit), koloğuvano (sırt bölgesi), kofi (lahananın sapı), iskamni (tabure), ğleb (kabuk),49 korç50(tabure), herek (fasulye sırığı), kofuris, ganzi/ganzilis (fındık ayıklamak) gibi birçok kelime varlığını korumaktadır. 

47Süt veya hayvan yalı koymaya yarayan ahşaptan yapılmış kap. Serpil Soydan, a.g.m., s. 718. 

48 Keskin, a.g.e., 100. 

49 Temel Yavuz, Görüşme tarihi, 2023, Yomra. 

50 İbrahim Keskinoğlu, Görüşme Tarihi, 04.06.2024, Arsin. 

51 Türkdoğan, a.g.e., s..222 

52 Gökbel, a.g.e., s. 38. 

53 Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s.256. 

54 Albayrak a.g.e., s.131. 

55 Korkmaz, a.g.m., s.74. 

56 Tellioğlu, a.g.m., s 66. 

57 Bilgin, a.g.e., s.93. 

58 Albayrak, a.g.e., s. 131. 

59 Albayrak, a.g.e., s. 130. 

60 Faruk Sümer, Çepniler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1992.s. 15. 

C) Çaykara Yöresinin Türk Tarihine Dair Kısa Bazı Bilgiler 

Çaykara yöresinin Milat öncesinden itibaren Kimmekler’e İskitlere ve bunlardan sonra da Türkmen topluluklarına mesken olduğu bilgisinin yanında Rum tezleri de mevcuttur. Bu bölgede yaşayan özellikle de sahil kesimlerinde meskûn olan Rumların doğal süreç içerisinde ve Bizans Devleti’nin Hristiyanlık ve Rumca dayatması neticesinde; Çaykara’ya yukarıdan (Haldızen’den) giriş yaparak Çaykara’nın farklı köylerinde tutunan göçebe topluluklar üzerinde etkili oldukları aşikârdır51. Bununla beraber yörede etkili oldukları bilinen Kıpçaklar, Gürcü, Bizans, Moğol ve Trabzon Rum İmparatorluğu zamanında kendilerinden fiili olarak yararlanılmış ve sınır hatlarına yerleştirilmişlerdi. Bu topluluğun fizyonomisi olan kırmızı ve sarı arası rengin Çaykara yöresi insanıyla benzerlik arz ettiği görülür52. Bununla beraber Kumanların bu bölgede gerek dil gerekse kültür olarak bakiyeleri hale mevcuttur53. Ayrıca yörede çok yakın zamanlara kadar canlı bir şekilde yaşayan geleneksel inanış ve yaşam biçimleri diğer Türk topluluklarıyla benzerlikler arz etmektedir. Örneğin Kıpçaklara da atfedilen kemençe ve kavalın Gagavuz Türklerinden yöreye miras kaldığı gibi54. Yörede çok etkili oldukları bilinen ve Trabzon’un Osmanlılar tarafından fethinden önce gerek Gürcü krallığında gerekse Trabzon Rum İmparatorluğunda Hristiyan Türk askeri olarak görev alan Kumanların dil ve kimliklerini korudukları kayıtlarla sabittir55. Hatta Trabzon Rum İmparatorluğu kayıtlarında Türkçe terimlerin kullanılması nazarı dikkate değer. Kyra, khatun, despina, amir, jandar (saray muhafızı) gibi terimler ayrıca Vezelon manastır kayıtlarında geçmektedir56. Trabzon Rum İmparatorluğu resmi kayıtlarında Yorgo benzeri Rum adları taşıyan birçok kişinin aslen Türk olduğu bilinmektedir. Örneğin II. Aksius’un Kuman eşinden olma Kir Mihail (Acakutlu), Kir Giorgios (Akbuğa), Kira Anna (Anakutlu) adlı çocuk isimleri, hem Rum hem Türk isimleriyle beraber kaydedilmişti57. Halen Romanya’da yaşayan bazı Kıpçak aileleriyle aynı soyadını taşıyan birçok kişi bugün Çaykara’da yaşamını sürdürmektedir58. Örneğin “Çakıroğulları” bunlardandır. Ayrıca 13. ve 14. yy.’daki kilise sicil defterlerinde Arapça, Farsça ve Moğolcanın yanında Türkçe isim ve terimlere rastlamak mümkündür. 

Moğol istilasından sonra bölgedeki Türk nüfus yoğunluğu artmıştı59. Ayrıca bölge üzerinde Akkoyunluların, Erzincan’daki Mengüceklerin, Bayburt’taki Türk Emirleriyle Çepni etkisini de vurgulamak lazımdır. Akkoyunlular döneminde, onların hizmetlerinde bulunan Çepnilerin Doğu Karadeniz’de aktif oldukları bilinmektedir. Ayrıca 15. yy. ’da Bizanslı müverrih Halkokandi, Trabzon’un doğusunda Çepnilerin varlığından bahseder. 16. yy. Osmanlı arşiv vesikaları ve tahrir defterlerinde 43 yer adında, Çepnilerden bahsedilmektedir60. Yavuz Sultan Selim zamanında Bayburt 

civarına 7 köye Çepniler yerleştirilmişti. Ayrıca Safevilerin Akkoyunluları ortadan kaldırmasından sonra Yavuz Sultan Selim, Akkoyunlu Devleti’nin bakiyelerini Doğu Karadeniz bölgesine yerleştirmişti. Bunun yanında Dulkadiroğlu Beyliği’nin ortadan kaldırılmasından sonra bu beylik topraklarından birçok aile Doğu Karadeniz’e sürülmüştü. Bunlar içerisinde Dulkadiroğlu, Maraşlıoğlu, Babilli, Vanlıoğlu, Fettahoğlu, Hacıfettahoğlu, Çolakoğlu (Çaykara’da Çakmak soyadıyla), Solakoğlu, Şamlıoğlu (Kul soyadıyla) sayılabilir. Bunlardan Fettahoğlu, Çolak, Çolakoğlu, Karaman (Karamande), Mirzaoğulları (Mutlu soyadıyla) adı altında, Çaykara’da halen varlıklarını devam ettirmektedirler. Bu hareketlilik bölgedeki Türk-İslam dengelerini demografik açıdan etkilemiş oldu61. Bayburt’un Çaykara’nın hemen güneyinde yer alması ve kara ulaşımı açısından yakınlığı göz önünde bulundurulduğunda Trabzon’un batısındaki kadar olmasa da Çepni etkisinden bahsedebiliriz. Zira Çepnilerin kullandıkları adlar Ali, Osman, İbrahim, Süleyman, Aygut, Tuğrul, Çakır, Tanrıvermiş, gibi adlar ile Çepni beşiği, Çepni koyunu deyimleri hem diğer Türk topluluklarında hem de Çaykara yerelinde yaygın olarak kullanılmaktadır62. Ayrıca Çepnilerin bir kolu olan At Çekenlerin yaygın olarak kullandıkları Aydın, Aydoğdu, Tursun, Orhan, Calap, Sarı vb. isimler, Tanrıvermiş, Çakıroğulları Aydın gibi soy isimleri Çaykara’da varlığını muhafaza etmektedir. Özellikle 18. yy.’da Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir’de yoğun olarak yaşayan Çepnilerin bilinçli olarak Doğu Karadeniz’e ve özellikle Of taraflarına yerleştirildikleri görülür. Bu göç edenlerin buradaki gayri müslimleri yerlerinden ederek zamanla yörede güçlendikleri, Paşa, Voyvoda gibi unvanlarla paye sahibi olup nam saldıkları, devletin otoritesini yitirdiği dönemlerde derebeyiler olarak bölgede etkili oldukları görülür63. 

61 Bilgin, a.g.e., s. 105. 

62 Türkdoğan, a.g.e., s.236. 

63 Faruk Sümer, a.g.e., s. 94. 

64 Özbaran, a.g.e., s. 60. 

65 Aslı Çandarlı Şahin, “Kuman/Kıpçaklarda Zanaat ve Konar Göçerlik İlişkisi”, Türkiyat Mecmuası, C. 26, S:2, 2016. s. 157-163. 

66 Özden Erdoğan, 18.YY’a Kadar Anadolu’daki Türkmenlerin Dini Durumu, Ankara 2003, s.1. Bölüm 

67 Abdulkadir İnan, Tarihte Ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986, s.105. 

68 Ayrat Galimzyanov, “Türk Dilli Halkların İnançları Ve Örf-Adetleri”, Turkologiya, C:10, S:98, 2015, s. 23. 

69 İslam Ansiklopedisi, “Şamanizm” C: 3, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1979. s. 328-330. 

70 Erkin Emet, “Uygur Türklerinde Lakap verme Geleneği”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C:17 S: Eylül 2020, Ankara Ün. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, s. 429-430. 

71 Ünsal Yılmaz, “Yeşildal Atalar Kültüne Dair İnanmaların Türklerin Ad Verme İnanç ve Gelenekleri Üzerindeki Tesirleri”, Milli Folklor, S:119 Güz 2018, s. 48-58. 

Tarihi süreci kaynaklarından takip ettiğimizde Rumi tanımlaması, ilk olarak Arapların kullandıkları bir kavramdır. Bununla Roma'nın mirasına, coğrafyası, kültür ve medeniyetine egemen olan devlet ya da millet kast edilmiştir. Yoksa Rum/Rumi kavramı bir millet tanımlaması değildir64. Dolayısıyla Çaykara’da Rumcanın kullanılması buradaki topluluğu Rum olarak tanımlamaya yetmez. Nasıl Almanya’daki 3. nesil Türk gençleri hiç Türkçe bilmedikleri halde Alman olamayacaklarsa, Çaykara da Rumca konuşanlar da Rum olmayacaktır. Zira bu yörede sadece Türkçe değil aynı zamanda yaşam biçimleri ve zanaatların de Kıpçak Türklerinin yaşam biçimleriyle benzeşmektedir. Kilim dokuma, demircilik, değirmencilik, marangozluk, taş işleme işçiliği, kap kaçak ustalığı, deri işçiliği65 Çaykara yöresinde maharetle yapılabilen iş kollarıydı. Ayrıca bu yöredeki birçok gelenek ve inanış eski Türk kültürüne dayanmaktadır66. İslam’a bağlılık düzeyleri oldukça derin ve kitabi olan Çaykaralıların bu inanışları koruyarak bugüne kadar taşımaları tesadüfi olamaz. Bu inanışlar içerisinde eski Gök Tanrı Diniyle, Şamanizm67 inancının izlerini görmek mümkündür. Bunlar kapı üzerlerindeki boynuz, eve ya da tarla başlarına asılan hayvan kemikleri, salyangoz kabukları68, ağaçlara çaput bağlama, su ve ateşle bir nevi tütsü yapma69, lakaplar70, atalara saygı71, ölü gömme adetleri72, ölü inanışları, ölülerin ardından tutulan yas73, ölülerin çıktıkları evleri ziyaret ettiklerine dair inanışlar, 40’lama74, lohusa 

72 Mezarların üzerlerine Kıpçaklarda olduğu gibi tepecik yapılması bir gelenek halinde bugünlere kadar ulamıştır. Abdülhaluk Çay/İlhami Durmuş, “Bozkırların Eski Toplulukları: Avrasya’da Saka Çağı” Türkler” C: 1, Ankara 2002, s. 877. 

73 Tellioğlu, a.g.m., .s 73. 

74 Lohusa kadının 40’ıncı günü dolduğunda çocuğuyla beraber yıkanması. Çaykara’da bu zaman zarfına kadar çocuğun yıkanmamasına dikkat edilir. Bu adet Macar Kumanlarında halen devam etmektedir. 

75 Çaykara yöresinde lohusa kadın 40 güne kadar yalnız bırakılmaz. Bu süre zarfına kadar kadının zayıf olduğu ve “ermenas” olacağına, marazlanacağına (cin çarpması) inanılır. Bu inanış Ardahan, Erzurum ve Ahıska Türklerinde de görülür. 

76 Çaykara yöresinde de devam eden bir inanış olarak genelde İslam anlayışına bağlanır. Ancak kökeninde bu inanılın da eski Türk geleneklerinden olduğu ve Hristiyan olan Macar Kumanlarında halen devam ettiği görülür. 

77 Çaykara’da ailenin temeli ata ve ana kabul edilir. Üvey anneler için “analık” deyimi kullanılır. (Ahmet GÖKBEL, Kıpçaklarda Sosyo, a.g.m., s. 178. 

78 Ayşe Öztürk, a.g.m., s. 394. 

79 Doğu Karadeniz’de evlilik sandığı, olmazsa olmaz çeyiz hazırlıklarındandı. Bu çeyiz sandıkları en değerli eşyaların saklandığı yer olarak sahibinin odasında muhafaza edilir. Bu gelenek halen Macaristan Kumanlarında da yaşatılmaya devam etmektedir. (Öztürk, a.g.m, s. 404.) 

80 Samsun, Sinop, Boyabat ve Rize Ardeşen, Erzurum, Akçaabat, Doğu Azerbaycan, Artvin, Yusufeli, Ardanuç Erzurum Oltu, Ardahan, Zonguldak gibi yerlerde olduğu gibi Çaykara’da da bir evin başında baykuşun ötmesi o haneden birisinin öleceğine işaret olarak kabul edilmiştir. Çaykara’da “hohor” denilen bu kuşun ötmesi hele de sessiz bir gecede ötmesi ya mahalleden ya da köyden birisinin öleceğine yorumlanır. Bu inanışa benzer şekilde Kumanlarda da rastlanır. 

Öztürk, a.g.m., s.62. Yusufeli’nde baykuşun evin çatısı ya da yakınında uzun uzun ötmesi halinde o evden birinin öleceği inancı vardır . Kalafat, a.g.m., s. 95. Trabzon Akçaabat, Ardahan, Zonguldak ve Erzurum Oltu’da bir evin yanında ya da köyde baykuş öterse o evden ya da köyden cenaze çıkacağına inanılır. Türk Halk şiirinde de baykuş ötmesi ölüme delalet ederi. 

81 Çaykara’da karganın her ötüşünde “hayırlı haber, hayırlı haber” diye kargaya doğru seslenilir. Bunun sebeplerinden birisi iki karganın birbirine bakarak ötmeleri ve mezarlığa yönelmeleri, birisinin öleceğine delalet etmesidir. 

82 Levent Doğan, “Türk Kültüründe Hayvanlar ve Hayvan İsimleri”Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S:12, 2001, s. 622Karadeniz’in değişik yerlerinde “çakalın uluması” Çaykara’da da hayra alamet olarak yorumlanmaz. “Bardi” denilen çakalın ulumasıyla köyden birisinin öleceğine inanılır. 

83 Çaykara yöresinde “kurt uluması” duyulduğunda yüksek sesle konuşulmamasına dikkat edilir. Konuşulanları duyan kurt kimin sesini duymuşsa onu kopyaladığına ve takip edeceğine inanılır.

84 Doğan, a.g.m., s. 620. Macaristan Kumanlarında olduğu gibi Çaykara’da da köpeğin “uluması” iyiye yorumlanmaz. Köpek kimin evinin önünde kurt gibi ulursa o aileden birinin öleceğine inanılır. 

85 İbrahim Kafesoğlu, “Eski Türk Dini”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S: 3, Ekim 1972, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1973. s.10.

86 Eski Türk geleneklerinde görüldüğü gibi Çaykara’da da bir aileye ani bir ölüm haberi geldiğinde haberi alan kadın ya da erkek gerçekten çok üzülmüşse başındaki örtüyü (fes, örtü vb.) eliyle hızlıca yere fırlatır. İnan, a.g.e., s. 24. 

87 İnan, a.g.e., s.103. 

88 Nilgün Çıblak, “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları (TÜBAR), S:15, s. 103-125 

89 Galimzyanov, a.g.m., s.23. 

90 Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini, İstanbul 1976, s. 64. 

Çaykara yöresinde “eşik” ile ilgili inançlar yaygındır. Eşik üzerinde oturmak ya da eşik üzerinden bevl etmek iyi karşılanmaz. Bu eylemi yapanın “marazlanacağına” (cin çarpmasına) maruz kalacağına inanılır. Ayrıca gök gürlerken eşik üzerinde durulmaz. Bu esnada eşik üzerinde durana yıldırım çarpacağına inanılır. Bu adet Macaristan Kumanlarında da görülür. Onlar eşiği dünyalar arası geçişin sembolü olarak kabul ederler. 

91 Kurban kanının kutsal kabul edilmesi nedeniyle meyve vermeyen ağacalar sürülmesi, kurban kanına herhangi bir necasetin bulaştırılmamasına özen gösterilmesi. 

92 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul 2020, s.20. 

kadının 40 güne kadar yalnız bırakılmaması75, 40 güne kadar yeni doğan çocuğun dışarı çıkarılmaması, yeni doğan çocuğa kurban kesilmesi76, gece dışarı su atılmaması, aile mefhumu77, çocuğa ad verme geleneklerigüneş duası78, evlilik biçimleri79; baykuş80, karga81, çakal82, kurt83, köpek84 gibi bazı hayvanlara doğaüstü anlamlar yüklenmesi85, ölünün karnı üzerine bıçak konulması, ölü ardından yakılan ağıt biçimleri86, ölünün geride bıraktığı kıyafetlerin ihtiyaç sahiplerine dağıtılması, ölen kişinin 40 güne kadar geceleri evinin etrafına gelerek dolaşması, ölen kişinin mezarının üzerinde beyaz ışık görülmesi, ölünün ardından cenazesinde hediye dağıtılması, nazar ve nazardan korunma yolları (sarımsak, köz söndürme87 gibi)88, yabani hayvanların ağızlarının bağlanması, ateşe su atılmaması, akşamdan sonra dışarı su atılmaması, bebek çamaşırlarının gece dışarıda bırakılmaması89, gece dışarıya çamaşır asılmaması, temiz suya bevl etmemek, eşik üzerine oturmamak90, sabahları doğu tarafı kapısının açılması, kurban adetleri91 gibi birçok gelenek başta Kıpçaklar olmak üzere eski Türk inanışı ve şamanizmle bağlantılıdır92. Bu geleneklerin özellikle 

Kıpçak Türkleriyle neredeyse birebir aynı olması sadece dil üzerinden bir kimlik aidiyetinin mümkün olamayacağını ortaya koymaktadır. Bu zaviyeden bakarak Çaykara Rumcasını ele alan araştırmacıların bu yöredeki kültürel kalıntıları da nazarı dikkate alarak hareket etmeleri bilimsel sonuçlar açısından. 

E) Çaykara Rumcası Ve Bu Dil Üzerinden Etnisite Algısı 

Çaykara yöresinde Türkçe ile beraber Rumcayı konuşan insanlar kendilerini Türk olarak tanımlamaktadırlar. Rumcayı kardeş bir dil kendilerini de “Rumca konuşan Türkler” olarak vasıflandırmaktadırlar. Bu çalışmaya doğrudan ve dolaylı olarak katkı sağlayan görüşmeciler, atalarının yörede Rum olduklarını düşündükleri ancak Rumca konuşan Türkler olabilecekleri hakkında herhangi bir fikirleri olmayan bu insanlardan Rumcayı öğrendiklerini beyan ettiler. Ayrıca Rumca bilmelerinin etnik kökenleri hakkında herhangi bir tereddüt teşkil etmediğini ifade ettiler93. Rumcanın kendileri için bir renk olduğunu kabul eden görüşmeciler kendilerini herhangi bir alt kültür veya etnisite içerisinde görmeyip, Türk toplum yapısı ile kimliğine sıkı sıkı bağlı olduklarını beyan etmişlerdir. Bu manada görüşmecilerin tamamı nerden geldikleri ve soyları konusunda herhangi bir tereddüt yaşamadan açıklayıcı olabilmişlerdir. 

93 Dönmez, a.g.m., s. 68 

Osmanlı Devleti’nin Çaykara’ya dair tutmuş olduğu resmi kayıtların haricinde çok fazla yazılı kaynak ve kalıntı bulunmamaktadır. Ancak bu çalışmayla Çaykara’daki etnik yapıyla ilgili çok sağlam bir sözlü tarih geleneği ve hikayelerin olduğunu gördük. Görüşmeciler atalarının kimisinin Horasandan (Erzurum), kimisinin Maraştan, Malatya’dan, Karaman’dan, Dulkadirden, Bayburt’tan, Kafkaslardan geldiklerini pek irdelemeden ifade ettiler. Ayrıca her ailenin köklü bir geçmişinin olduğunu gördük. Memişoğulları, Mirzaoğulları, Çolakoğulları, Baltacıoğulları, Solakoğulları, Sofuoğulları, Şamlıoğulları gibi. Gerek bu çalışma sırasında gerekse an itibariyle hayatta olmayan yaşlılara, köyünüzde bu civarda tanıdığınız Rum aile var mı? Ya da kökeni Rum olan herhangi bir kişi ya da aile hakkında bildikleriniz nedir? Diye sorduğumuzda her iki soruya da Rum olan ya da evveliyatında Rum olan kişileri hiç tanımadıkları cevabını aldık. Zamanımızdan yüz, iki yüz yıl öncesinde ulaşım ve iletişim koşulları zor olsa da köy ve yaylaların birbirleriyle ileri düzeyde bir etkileşim içerisinde olduklarını görmek mümkün. Örneğin Çambaşı köyünden bir marangoz Yente ya da Haldızen’de ev, değirmen yapmaya gidebilirdi. Bu yaşam biçimi dilleri ve kültürleri birbirine taşıyarak, köyler arasında kız alıp vermeye varıncaya kadar akrabalık ilişkilerinin kurulmasına da ortam hazırlamıştı. Ancak insanoğlunun, nerden geldiği, soyu gibi sorular Çaykaralının da aklına takıladurmuştur. Alınan cevapların seri ve açık olması kanaat ve kanıtlarda pek bir tereddüt olmadığını ortaya koymaktadır. Yedisinden yetmişine vatanperverliğinin had safhada olması yörenin Kafkas ve Doğu Anadolu coğrafyasıyla kritik bir bağlantı noktasında bulunmasıyla ilgilidir. Zira bu bölge Trabzon’u karadan Doğu Anadolu ve Kafkaslara bağlayan en kestirme yol olmasından dolayı bir nevi derbent vazifesi görmüştür. Bu tür yerlerde ise milliyetçiliğin güçlü olması işin doğasına uygun düşmektedir..



İlginizi Çekebilir