Tarih: 21.11.2023 13:01

Aydınlanma Sürecinde Çaykara'lı İlim Adamları

Facebook Twitter Linked-in

TÜRKİYE’NİN AYDINLANMA SÜRECİNDE ÇAYKARA ASILLI YAŞAR NURİ ÖZTÜRK, KONDULU MUSTAFA CANSIZ, KADOHORLU GARGAR MÜSLİM EFENDİ VE HUŞOLU NUMAN EFENDİ

Aydınlanmanın söz konusu edildiği bir yerde şu veya bu biçimde dinden söz edilmemesi düşünülemez. Aydınlanmanın büyük ölçüde geleneksel din algısına tepki olarak doğduğu söylenebilir. [01]

Aydınlanma Batı’da 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkar; aklı ve düşünceyi, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi amaçlar. Aydınlanmanın özetini “aklın öne çıkarılması” şeklinde yapmak mümkündür.

Aslına bakarsanız, gerçek manada bir aydınlanma, toplumların refah seviyeleri ile doğru orantılıdır. Diğer bir deyişle karnı doymayan insanlara aklını kullanmasını önermeniz işe yaramaz, çünkü o insanların akılları boş midelerindedir. Dolayısıyla aydınlanmanın temeli ekonomik gelişmedir. Malum, “bir sarayla bir kulübede aynı şeyler düşünülmez.”

Aydınlanma, Batı toplumlarında yoksulluğa çare bulmak için akılların zorlanması ile başlar. Uzak diyarların keşfi ve oralarla ticaret zenginliği artırır. Ticari cazibe de icatları tetikler ve aklın öne çıkmasını sağlar.

Ortaçağın kesif yoksulluğundan sonra rönesans, reform, keşifler, icatlar ve ticaretin getirdiği ekonomik bolluk ve rahatlık, toplumla hurafelerin arasına kesin bir duvar örülmesine vesile olur. Aklın öne çıkması, düşüncenin yolunu açar, hurafelerin sorgulanmasına sebep olur.

Kurulan fabrikalara kalifiye elemanın temini için mesleki eğitim zaruri hale gelir. Eğitimin yaygınlaşması ihtiyacı ise matbaayı doğurur. Matbaa sayesinde hızla yaygınlaşan eğitim faaliyetleri, eğitimin motor gücü olan din adamlarının hurafeleri sorgulamaya başlamalarına sebep olur. Bunların en meşhuru Alman keşiş Martin Luther’dir. Martin Luther (1483-1546), Ortaçağ’da Reform Hareketlerinin başlamasında kilit isimlerden biridir. Hem Katolik Kilisesi’nin içindeki değişim talebi, hem de halkın Kutsal Kitap (İncil-Tevrat-Zebur) gerçeklerini bilmesi için yaptığı çalışmalar kendisinden sonra gelen milyonlarca insanı etkiler. Yeni fikirleri ile Hristiyanlığın en büyük ikinci mezhebi olan Protestanlığın temellerini atan Martin Luther, daha sonra da Lutheryan Kilisesi’nin oluşumuna öncülük eder. [02]

Avrupa’da ekonomik zorunluluklar bu olumlu dönüşümü sağlarken Osmanlı, Yükselme Devri’ndedir. Kazanılan topraklardan elde edilen ganimetlerle en zengin ve en ihtişamlı dönemindedir, dolayısıyla değişime gereksinim duymaz.

Ne var ki, Avrupa’daki hızlı sanayileşme çok kısa zamanda bu durumu ters yüz eder. Başta Osmanlı Devleti olmak üzere Doğu ülkelerini kendilerine muhtaç hale getirir.

Aslında Türkler, henüz Asya’da yaşarken ve dini anlayışları yozlaşmadan önce, daha bilimsel bir bakışla, bazı bilim adamlarını yetiştirmiş ve bilimsele yakın eserler vermişlerdir. Bunların öne çıkanları ve en tanınmış eserleri şöyle sıralanabilir:

Farabi   [870-950]            Mutluluğu Kazanma (Tahsil-ü Sa'ade)

İbni Sina              [980-1037]          El Kanun Fi Tıp (Tıbbın Kanunu).

Balasagunlu Yusuf Hashacip       [1016-1077]        Kutadgu Bilig (Kutlu Kılan Bilgi)

Kaşgarlı Mahmut             [1005-1102]        Divan-ü Lügat-it-Türk (Türkçe Sözlük)

ve benzerleri… [03]

İlerleyen zaman zarfında kulaktan kulağa yayılan din anlayışı özünden uzaklaşır ve bundan toplum hayatı ile birlikte eğitim de etkilenir; mistisizm öne çıkar. “Dünya Ahiretin tarlasıdır” anlayışı ile bilimsel araştırmalar yerini rutin ritüellere terk eder. Cenneti vadeden çeşitli tarikatlar türeyerek eğitim kurumu haline dönüşür. Bilim adamları yerine şeyhler, dedeler, mollalar… öne çıkar. Alınmak istenen her teknik, her yenilik, gavur icadı diye reddedilir, kazancı ve rahatı bozulacak gruplarca engellenir. Matbaa bile, dini bahaneler öne sürülerek el yazmacıları tarafından ayaklanmalarla engellenir ve ancak 276 yıl sonra alınabilir.

Eğitim sistemimiz, hafızlık, Arapça, hadis, Kur’an’ın yorumlanması (fıkıh) üzerine oturtulmuş olup din adamı yetiştirmeyi amaçlar. Mecburi eğitim ve kız çocuklarının eğitimi söz konusu değildir. Nüfusunun yarısını oluşturan anaları cahil bırakılan bir toplumun kalkınması mümkün müdür! Dikkat buyurunuz: Bu anlayış günümüzde hâlâ mevcuttur.

Anadolu insanının aydınlanma girişimi, Batı’dan 400 yıl sonra Tanzimat’la başlar. Cumhuriyetten sonra teşvik edilen özel sektörün üretimde rol alması, işçi sınıfının oluşması, devlet kademeleri dışında da istihdamın yaratılması, aydınlanmayı destekler. 1950’den sonra yabancı sermayenin yatırımları, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş hamleleri, gelir düzeyinin yükselmesine vesile olur. Tüm bu gelişmeler 1970’li yılların başlarında aydınlanmaya hız kazandırır.

Türkiye’den aydınlanma yolunda büyük mücadele veren,

Namık Kemal [1840-1888],

Tevfik Fikret [1867-1915],

Mehmet Akif [1873-1936],

Ziya Gökalp [1876-1924],

Nazım Hikmet [1902-1963]…

gibi çok büyük şahsiyet ve düşünürler gelip geçer kuşkusuz; hatta bir kısmının mücadelesi hayatlarına da mal olur. Ne var ki, bu aydınların, cahil halk kitleleri üzerindeki etkileri çok zayıftır. Sürekli din üzerinden linç ettirilirler.

Yukarıda da vurgulandığı üzere, bizde gerçek manada aydınlanma, ülkemizin 1950’den sonra zenginleşme yoluna girmesine paralel olarak başlama emareleri gösterir ve Batı’da olduğu gibi, din adamları ile de yol almaya koyulur. Bu bağlamda Yaşar Nuri Öztürk doruk isimlerin başında gelir.

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (1945-2016)

Yaşar Nuri Öztürk, 1945 yılında, babasının imamlık yaptığı Bayburt'ta dünyaya gelir (nüfus kaydında doğum tarihi 1951’dir). Babası, aslen Çaykara eşrafı Niyazoğulları’nın Sürmene Fındıcak Köyü’ne naklolan kolundan Hafız Temel; babasının Bayburt’ta imamlığı esnasında tanışıp evlendiği annesi, keza, aslen Çaykara, Soğanlı Köyü sakinleri Velioğulları sülâlesinden Saniye Hanım’dır.

İlkokul çağında baba ocağı Fındıcak Köyü’ne dönerler. İlkokula başlar; eş zamanlı olarak da ilk dini eğitimini babasından alır. Babası Maçka’da imamlığa başlayınca, Yaşar Nuri’yi de götürür. Hafızlık eğitimini Maçka’da tamamlar, dokuz yaşında hafız olur.

Babası, elindeki birikimlerini değerlendirerek Trabzon Merkez’de ticarete başlayınca, küçük hafız Yaşar Nuri’yi de yanına alır.

Hafız Temel, Trabzon’un meşhur gezici vaizi ve daha sonra bölge müfettişi Mustafa Cansız Hoca (1895-1975) ile tanışır ve sohbetlerine katılır. Çoğu zaman Yaşar Nuri de beraberindedir.

Cansız Hoca sorguladığı küçük hafızı sever, beğenir, iltifatta bulunur, gizli cevherini keşfeder ve himayesine alır. “Kursi” (Püskül) lâkabı ile dokuz yıl boyunca yanından ayırmaz. Bir taraftan kendi müfredatı ile medrese usulü dini eğitimini verir, diğer taraftan da sınavlarla sınıf atlatarak, ilkokulu, ortaokulu ve imam hatip lisesini bitirtir Yaşar Nuri’ye. 1968 yılında, Cansız Hocasından icazetini, Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden de birincilikle diplomasını alır.

Yaşar Nuri olgun bir delikanlıdır artık; uçmanın zamanı gelmiştir yuvadan! 1983 yılında 2809 sayılı yasa ile Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne dönüştürülen İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne kaydolur aynı yıl; eğitimine hızlı adımlarla devam eder… Eş zamanlı olarak da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam eder.

1972 yılında Marmara Üniversitesi Yüksek İslâm Enstitüsü’nden (şimdiki İlâhiyat Fakültesi), 1974 yılında da, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olur.

Tüm bunları yaparken, 12 yıl boyunca, imamlık ve vaizlik görevlerini de yürütür.

1976 yılında başladığı asistanlığı yanı sıra avukatlık stajını da tamamlar. Bir yandan da, Son Havadis, Tercüman gibi gazetelerde yazılar yazar. 1980’de İslam Felsefesi dalında doktorasını hak eder. Ardından Orta Doğu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika ülkeleri, ABD, Güney Kore ve Japonya'da kendi alanında akademik araştırmalar yapar. Fransa'da Grenoble, ABD -New York- Milltown üniversitelerinde lisansüstü düzeyinde İslam Felsefesi dersleri verir.

1986 yılında Türkiye’ye döner, doçent olur. 1987 yılında, TRT’de Asaf Demirbaş’ın sunduğu dini programlara çıkar ve akademik çevrelerdeki tanınırlığı ülke geneline yayılır.

1978 ve 1982’de “Türkiye Millî Kültür Vakfı” ödülüne lâyık görülür. Çalışmaları Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca dillerinde yayımlanır.

Time dergisinin gerçekleştirdiği "20. Yüzyılın En Önemli Kişileri" (The Most Important People of the 20th Century) anketinin "En Önemli Bilim Adamları ve Islahatçılar" (The Most Important Scientists and Healers) listesinde, dünya kamuoyunca belirlenmiş 100 ismin ilk 10'u arasında yer alır.

1993’te Profesör olur.

 

1992 yılında İstanbul Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi kurulur; 1993’te bu fakülteye Kurucu Dekan olarak atanır. 1993-2002 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığını sürdürür.

Yaşamı boyunca çeşitli üniversitelerde öğretim üyesi ve dekan olarak 26 yıl görev yapar.

Yurt dışında ve yurt içinde, İslâm inancının düşünce yapısı, insan ve insan hakları konularında konferanslar verir. Türkiye'de “Kur'ân'ın Özüne Dönüş Hareketi”nin öncüsü olan Yaşar Nuri Öztürk, "Kur’an’daki İslâm" adlı ansiklopedi vasfındaki kitabını çoğu konferansında tavsiye eder.

“Kur'an’ın Türkçe Çevirisi” isimli kitabı, 1993-2011 yılları arasında üç yüzü aşkın baskı yapmış olup bu çeviri Türkiye Cumhuriyeti tarihinin “en çok baskı yapan kitabı” sayılmaktadır. 

1990’lı yıllarda Hürriyet Gazetesi’nde, daha sonra Yurt Gazetesi’nde ve son olarak da Aydınlık Gazetesi’nde yazıları yayımlanır. [04]

3 Kasım 2002 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden İstanbul milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girer. Daha sonra CHP'den istifa ederek Halkın Yükselişi Partisi’ni kurar ve bu partinin genel başkanlığını dört yıl boyunca sürdürür. 19 Ekim 2009 tarihinde ise, asıl işi ile yeterince ilgilenemediği gerekçesiyle genel başkanlıktan istifa eder ve aktif siyasî hayatını sonlandırır. [05]

Biri kız, dört çocuk babası olan Yaşar Nuri Öztürk 22 Haziran 2016 tarihinde aramızdan ayrılır.

Bu büyük dehanın Türkçe, Almanca, İngilizce ve Farsça basılan eserlerinin sayısı sekseni aşkın olup bu eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1. Kur'an'ı Tanıyor musunuz? (O'nu hiç okudunuz mu?)

2. Din Maskeli Allah Düşmanlığı "Şirk" ve Şirke Tepkinin Felsefeleşmesi: "Deizm"

3. Allah ile Aldatmak

4. Türkiye'ye Mektuplar

5. Asr-ı Saadet Şehitleri

6. Kur'an'ı Anlamaya Doğru

7. 400 Soruda İslam

8. Ehl-i Beyt'in Annesi Hazreti Fatıma

9. Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali

10. Kur'an-ı Kerim Meali (Surelerin İniş Sırasına Göre)

11. Kur'an Açısından Küresel Afetler

12. Kur'an'ın Öğrettiği Dualar

13. Atatürk'ten Sonraki CHP (Çağı Yanlış Okumanın Serüveni)

14. Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası

15. Anadilde İbadet Meselesi Çiğnenen Bir Kitlesel Hakkın Savunulması

16. Kur'an Açısından Şeytancılık (Satanizm ve Ötekiler)

17. Cevap Veriyorum 1 (Gerçek Dini Arayanlarla Baş Başa)

18. Cevap Veriyorum 2 (Gerçek Dini Arayanlarla Baş Başa)

19. İslam Nasıl Yozlaştırıldı Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid'atlar

20. Depremin Gösterdikleri (Yeni Yüzyıl İçin Uyarılar)

21. Kur'an'ın Temel Kavramları

22. Kur'an’ın Temel Buyrukları (Emirler ve Yasaklar)

23. Kur'an'daki İslam

24. Fatiha Suresi Tefsiri

25. Kur'an Verileri Açısından Laiklik

26. Tasavvuf ve Tarikatlar (İslam Mistisizmi) - 2 Cilt

26. Kendi Dilinden Hz. Muhammed

27. Ses Bir Gün Yankılanır

28. Konferanslarım (Bir İmanın Destanlaşması)

29. Halkın Diliyle Yaşar Nuri

30. Halkın Şiirlerinde Yaşar Nuri Öztürk

31. Halkın Yükselişi Hareketi

32. İslam Dünyasında Akıl ve Kur'an Nasıl Dışlandı?

33. Tarihi Boyunca Bektaşilik

34. Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar

35. Mevlana ve İnsan

36. Kur'an ve Sünnete Göre Tasavvuf

37. Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış

38. Asrı Saadetin Büyük Kadınları

39. Yeniden Yapılanmak Kur'an'a Dönüş

40. Din ve Fıtrat (Yaratılış)

41. Çıplak Uyarı

42. Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü: İmamı Azam Ebu Hanife

43. İmamı Azam Savunması (Şehit Bir Önder İçin Apolocya)

44. Kur'an'ın Yarattığı Devrimler

45. İnsanlığı Kemiren İhanet DİNCİLİK (Zulümleriyle Dini Kirletenlerin Tarihi)

46. Maun Suresi Böyle Buyurdu (Din Maskeli Zulme Tanrı'nın Vuruşu)

47. En El Hak İsyanı Hallâc-ı Mansur (Darağacında Miraç) - 2 Cilt

48. Kur'an-ı Kerim'de Lanetlenen Soy

49. Emevî Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü Ebu Zer

50. Kur'an Verileri Işığında Tasavvuf ve Tarikatlar

51. Tanrı'dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç Deizm

52. Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun (Çağdaş Firavunları Tanıma Kılavuzu)

53. Kur'an Verilerine Göre Kötülük Toplumu

54. İslam'da Büyük Günahlar

55. Kur'an Penceresinden Özgürlük ve İsyan

56. The Eye of The Heart

57. Büyük Türk Mutasavvıfı Muhammed Tevfîk Bosnevî

58. Kuşadalı İbrahim Halvetî (İslam Düşüncesi’nde Bir Dönüm Noktası)

59. İslam’da Tecdit

60. Sevgiliye Mektuplar

61. Son Peygamberin Kızı Hazreti Fatıma

62. Lâik Dünyada İslâm

63. Merak Edilen Yönleri İle İslâm

64. Müslümana Mektuplar

65. Reconstruction of Religious Life in Islâm

66. Kur’an Uyarıyor

67. İslâm Sosyalizmi

68. 500 soruda İslâm

69. Kur’an-ı Kerim Ansiklopedisi

70. İslami Kavramlar Ansiklopedisi

71. Peygamberimiz Efendimiz

72. Tevhit Mücadelesi

73. Günlük Hayatımızda İbadetler

74. Tasavvufa Giriş

75. Büyük Tarikatlar

76. İslâm Gerçeği

77. Soruyorum

78. Hallacı Mansur Ve Eseri

79. Kur’an Ve Sünnete Göre İslâm İlmihali

80. Kendi Sözleri ile Hz. Muhammed

81. Kur’an Adına Konuşuyorum

82. 400 Fragen Zum İslâm

Bunca eseriyle, dünyayı dolaşarak verdiği konferanslarıyla, televizyonlarda saatlerce “Kur’an’a Göre İslâm”ı anlatımlarıyla, 21. asrın müceddidi kabul edilen ve bu yolla, Dini Mübin’e ve İslâm Dünyası’na büyük hizmetler veren Yaşar Nuri Öztük’ün kendi deyimi ile, başta Hazreti Muhammed olmak üzere, Yunus Emre, Mevlâna Celâlettin, Hacı Bektaş, Kemal Atatürk, Hallâc-ı Mansûr, Muhammed İkbal, Ali Şeriati, Elmalılı Hamdi Yazır, Hüseyin Atay… gibi etkilendiği bir çok fikir insanı mevcuttur. [06]

Bu yazımızda, çocukluğunda ilk hocası babası Hafız Temel Öztürk’ten sonra dokuz yıl boyunca medrese eğitimi aldığı Mustafa Cansız Hoca’dan ve silsile yolu ile onun da hocalarından bahsetmek suretiyle Yaşar Nuri Öztürk’ün bu dereceye ulaşmasının sıradan bir olay olmadığını göstermeye çalışacağız.

Babasından sonra en çok etkilendiği kişi, hocası Cansız Mustafa Efendi’dir…

CANSIZ MUSTAFA EFENDİ (1895-1975)

Ahmet Oğlu Mustafa Cansız, 1895 yılında, halen Dernekpazarı İlçesi’ne, o devirde ise Of’a bağlı olan Kondu Köyü’nde dünyaya gelir, iki yaşında babasını kaybeder. Annesinin elinde büyüyen Mustafa, hareketli bir çocuktur. Ağa sülâlesinden olduğu için de şımarıktır. Mahalle mektebinde Kur’an okumayı, namaz surelerini öğrenirken yaramazlıktan geri kalmaz. Daha disiplinli yetişsin diye köydeki medreseye kaydedilir, Müslim Efendi’ye (1851-1937) teslim edilir. İlk zamanlar orada da haylazdır; oyuna, düğüne, horona, eğlenceye kaçar, hatta seyir-horon işini ergenliğinde de devam ettirir. Gece hocasını uyutup karşılıklı türkü atmalı seyirlere katılır. Ancak giderek Hoca’sının ilginç tutumu ve öğretim yöntemleri ilgisini kitaplara yöneltir. Zekidir ve okuduğunu kolayca kavramaktadır. Eğitim basamaklarını hızla geçer. Konuları Hocası Müslim Efendi ile kıyasıya tartışır, hatta bazen çizgiyi de aşar. Bundan dolayı Müslim Efendi zaman zaman, “Komünist Mustafa’yı Müslüman yapamadım” diye yakınır.

Bir gün dalgın dalgın düşünerek yürürken, yolda rastladığı bir arkadaşı,

- Hayırdır hocam, daldın, bir derdin mi var diye sorar. Hoca da,

- Evet derdim büyüktür diye cevap verir. Arkadaşı,

- Hayrola derdin nedir, yardımcı olalım Hocam deyince, Hoca devam eder:

- İlmi beni okutur ama müslüman edemedim Cansız Mustafa’yı. Allah bana, ey Müslim, Cansız Mustafa ile Kıroğlu Kasım’ı niçin müslüman yapamadın diye sorarsa ne cevap vereceğim, onu düşünüyorum!

Müslim Efendi’nin peşi sıra, sessizce gelmekte olan öğrencisi Kıroğlu Kasım ileri fırlar ve Hoca’sına:

- Efendi, nerden biliyorsun Allah’ın sana ey Müslim diyeceğini? Ya, ey Gayrimüslim derse ne yapacaksın? deyince:

-Doğru dersin be! diye ah çeker Müslim Efendi.

Kendisi açık görüşlü olduğu kadar, fikirlere ve değişime de açıktır Müslim Hoca. Derslerini son derece liberal ve serbest bir ortamda sürdürür.

Diğer öğrencilerden çok farklıdır Cansız Mustafa. Hem çok okumakta sorgulamakta hem de okuyup dinlediklerini bire bir hıfzetmektedir.

1914 yılında, Müderris Gargar Müslim Efendi’nin kendisine tevdi ettiği İcazet’te Cansız’ın öğrencilik başarısı şöyle özetlenir:

“Allahu Taala, bilgili, şerefli, doğru, değerli, Mustafa Sıtkı bin Ahmet Cansız Zade lâkaplı kardeşime, ilmi bilgi ve ilmi davranışlar nasip etmiştir. Bu şahıs, Alet İlimleri’ni, Şer’i İlimleri ve Fıkh’ı tahsil etmek için bu fakirin sohbetlerine devam etmiştir. Allah önemseyene ve isteyene ilmi verir ve ilmi üstün tutanın sonunu hayır kılar. O benden icazet istedi, ben de ona aktarmakta olduğum Şer’i İlimlerden Tefsir, Hadis ve bu iki ilmi ilgilendiren Alet İlimleri’ni ve Felsefe’de Hocam Bahir-ul Ulüm (Zahir ve Batın İlimleri’nin Denizi), çeşitli sanat dallarına sahip, zamanın kutbu, etrafına yardımcı olan ve Numan Zade olarak bilinen Numan Efendi bin Muhammet El Kadohori’nin bana icazet verdiği gibi ben de ona icazet verdim.” [07]

1914 yılında ilân edilen seferberlikle Cansız, silah altına alınır; Erzurum’da orduya katılır. Of’ta 1916 Rus işgaline direnenler arasındadır. İstiklal Harbi esnasında (1920-1923) Sürmene ve Of Askerlik Şubeleri’nde yazıcı ve aynı anda Of İlçesi Merkez İlkokulu’nda öğretmen olarak görevlendirilir. Bu arada 1919 yılında, köyünden Ekşioğlu Hatice Hanım ile evlenir. Bu evliliğinden Halide, Nadire, Lâtife ve Nihat adında dört çocuğu dünyaya gelir. [08]

 

1926 yılında Of İlçesi’ni temsilen Trabzon İl Genel Meclisi üyeliğine seçilir. 1949 yılına kadar devam eden bu görevi esnasında müteaddit defalar daimi komisyon üyeliğinde bulunur.

23 Haziran 1939’da 35 lira maaşla Trabzon Gezici Vaizliği görevine atanınca siyasi görevinden ayrılır. 1970 yılında Bölge Müfettişi iken emekli olur.

Yarım asrı aşkın bu dini görevleri esnasında sarık takmaz, cübbe giymez, sakal uzatmaz, sigara ve nargile tiryakisidir ve arkadaşları ile tavla oynar, eğlenir. Bu yüzden Trabzon’da mutaassıp çevrelerce çok eleştirilir. Hatta bu namı Türkiye çapına da yayılır, hikâyeleri anlatılır…

Bunlardan, tüm yurt sathına yayılanlardan biri şöyledir: Trabzon'da genelevi patroniçesi Gülizar ölür, İskender Paşa Camii'ne getirilir, ancak cami imamı cenaze namazını kıldırmak istemez. Mesele büyür, Trabzon Müftülüğü’ne intikal eder. Müftü telaşlanır, Cansız Hoca’ya haber verilir. Duruma vaziyet etmesi rica edilir. Cansız Hoca olay mahalline varır ve imama sorar:

- Hayırdır, bu kadının cenaze namazını niçin kıldırmıyorsun?

- Hocam bu kadının hayatı gayri meşru ilişkilerle geçmiştir, böyle birinin cenaze namazı kılınmaz deyince, küplere biner Cansız:

- Ulan, üstte yatanlar gelince kıldırıyorsun cenaze namazlarını da altta yatanınkini nasıl kıldırmazsın! Hadi hemen saf tutun, namazını kılalım; bu bizim görevimiz. Ölünün verilecek hesabı varsa Allah’adır, bizi ilgilendirmez, Mahşer’de verir hesabını, der ve cenaze kılınarak defnedilir. [09]

Yine bir gün, Cansız Hoca'nın bulunduğu bir ortamda, kimlerin cennete gireceği konusu tartışılmaktadır. Hocalardan biri,

- Edison dünyayı aydınlattı ama yine de cehenneme gidecek deyince, Cansız sorar:

- Sen Edison'un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?

- O bizim Peygambere inanmadı. Onun için Cennet’e giremez. Bunun üzerine Cansız,

- Bakara Suresi'nin 62. ayetinde Allah Resulullah’a: “Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah'a ve Ahret Gününe inanıp salih ameller işlerlerse, onların ecirleri Allah katındadır, onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de” diye buyurmuştur. Büyük âlimlerin ekseriyetinin iman sahibi oldukları da bilinen bir husustur. Ayrıca Edison'un son nefesinde nasıl gittiğini sen nerden biliyorsun gibi izahlarla onu ikna etmeye çalışır. Ancak molla ikna olmaz ve illa Edison cehenneme gidecek diye ısrar eder. Cansız Hoca sinirlenerek haykırır:

- Allah, senin gibi beş milyon eşeği cennete koyacağına bir tane Edison'u koysun daha kârlıdır! [10]

İsterseniz, Cansız Hocasını Yaşar Nuri’nin kendi kaleminden bire bir aktaralım. Mehmet Günaydın’ın kaleme aldığı “Cansız Hoca” adlı kitaba yazdığı takdim yazısında şöyle diyor Yaşar Nuri Öztürk:

“Türk İslam düşüncesinin şöhret olmamış ünlülerinden biri olan aziz hocam Mustafa Cansızoğlu'nu tanıtmayı amaçlayan bu kitap, onun yaratıcı ve üretken şahsiyetini belgeye bağlayan bilimsel ilk denemedir. Aziz hocamı anlatan böyle bir esere takdim yazısı yazmak benim en büyük mutluluklarımdan biridir.

Bu takdim yazısının yazarı, iki fakülte bitirmiş, 26 yıl üniversite hocalığı, 9 yıl dekanlık yapmış ve Türkçe, İngilizce, Almanca, Farsça ve Rusça yayınlanmış altmışı aşkın esere imza atmış bir bilim ve düşünce adamıdır. Bu sıfatlarıyla bilir ve itiraf eder ki, onun en büyük İlim ve İrfan Mektebi on küsur yıl geceli gündüzlü devam ettiği “Cansız Hoca’nın Dersleri”dir. Bugün sadece Türkiye'de değil, İslam Dünyası ve dünya genelinde kabul edilen bir “Yaşar Nuri Fenomeni” varsa bunun hazırlayıcı temel üç üniversitesinden birincisi, “Allâme” lakaplı Mustafa Cansızoğlu Hoca’nın rahle-i tedrisidir.

“İkinci üniversitem, aynı zamanda babam olan ilk hocam ve ilk fikir mimarım Niyazoğlu Temel Öztürk'ün rahle-i tedrisidir. Allah ikisinin makamını da cennet etsin. Hatıraları ve emanetleri önünde minnet, şükran ve saygıyla eğilmeyi bir insanlık borcu sayıyorum. 

Üçüncü üniversitem, Mevlana, Hacı Bektaş ve Yunus Emre ile başlayıp, ölümsüz Mustafa Kemal Atatürk'le devletleşen “Anadolu Hümanizmi”nin yapılaştığı ve devletleştiği satıh olan Anadolu’dur. Türk Halkı’ndan ve Anadolu sathındaki o eşsiz “Halk Üniversitesi”nden öğrenmeye devam etmekteyim.

Kültür, bilgi, irfan ve şuur mirasımın en önemli mimarı olan Cansız Hoca (ben ona hep üstadım derdim) İslam dünyasında bugün emsali yok denecek kadar az bulunan öyle bir dehadır ki, bakış açıları, bugün ekolleştiği kabul edilen düşüncelerimin hala önünde gitmekte ve benim aracılığımla milyonlarca insana ufuk açmaya devam etmektedir.

Sadece ilim ve irfan birikimiyle değil, büyük zekâsı, hayranlık veren esprileri, hâlâ yararlandığımız öngörüleri ve engin insan sevgisi ile de müstesna bir şahsiyet olan Mustafa Cansızoğlu üstadıma ben 1960 yılında bağlandım ve doğup büyüdüğüm şehir olan Trabzon'dan ayrıldığım 1969 yılına kadar huzurunda aralıksız ders okudum. Aralıklı yararlanma zamanım ise 1969'dan öldüğü yıla kadar sürdü.

Türkçe yanında Arapça, Farsça, Rumca ve Azeri dillerini edebiyatları ile bilen ve mükemmel okuyup yazan bu ender bilgi ve düşünce öncüsü ile beraberliğim denebilir ki uyuduğum saatler dışında kesintisiz sürümüştür. Nargile içtiği, tavla oynadığı saatler bile bu hoca-öğrenci ilişkisini kesintiye uğratmamıştır. Tam aksine, bende iz bırakmış, yol açmış, boyut yükseltmiş en önemli bilgi aktarımlarını bazen saatler süren nargile fasıllarında gerçekleştirmiştir.

Bu aralıksız beraberlik, Cansız Hoca’nın bana “Kursi” adını vermesi ve öldüğü güne kadar beni Kursi diye çağırmasına yol açtı. Kursi, Rumca’da tespihin püskülüne denir. Büyük üstadım kendisini tespihe beni de tespihinden hiç ayrılmayan kursiye benzetmiştir. Birçok gün gözleri yaş dolarak şunu söylediğine tanık olma bahtiyarlığını yaşadım:

‘Ulan Kursi, sana baktıkça bir yanda Allah'a şükrediyorum, bir yandan da vahlanıyorum. Şükrediyorum, çünkü vicdanım emin bulunuyor ki benim hasretimi hedefine sen vardıracaksın; Müslüman halkımızı uyandıracak, yalan ve bühtanlara karşı teçhiz edeceksin. Vahlanıyorum, çünkü seni uzun yıllar önce tanıyıp sahip olduğum bütün müktesebatı sana veremedim. Bilgi tomarımı dürüp kenara koyacağım bir sırada karşıma çıktın.’

Cansızoğlu üstadımdan İslam dini ilimlerinin ve edebiyatının temel kaynaklarını titiz bir takiple okudum. Birçok metni yazarak ve ezberleyerek okudum. Birkaç örnek saymak, bu işe aşina olanlara ne demek istediğimi anlatmaya yetecektir. Onun derslerinde yorumlarını ve şerhlerini yaparak okuduğum kaynaklar içinde şunlar ön sıradadır: Akaid-i Nesefi, Usul-i Pezdevi, Gazali'nin el-Müstasfa ve İhyası, İbni Faizin Yaiyesi, Şanfera'nın Lamiyesi, Beyzavi tefsiri, Zemahşeri’nin el-Keşşaf’ı, Şırazlı Hafız’ın Divanı, Ömer Hayyam'ın Rubaiyyatı, Makamat-ı Hariri…

Üstadım bu eserleri İslam düşünce tarihindeki bütün bağlantılarını irdeleyerek, günümüz açısından değerlendirerek ve Batı felsefeleri ile mukayeselerini yaparak okuturdu. Daha önemli bir şey yapardı: Bütün bu değerlendirmeleri Kur'an açısından olması gerekenlerine dikkat çekerek ortaya koyardı. İslam adına sergilenen saptırma, uydurma ve yanlışların altını çizerdi. Bunları yaparken övülecek olanı cömertçe över, sövülecek olana müstahak olduğu şekilde söverdi. Gerçeğe maske takmamak, hakkın üstünde değer kabul etmemek onun imanı ve şiarıydı. Şu sözler onundur:

‘Kursi, oğlum, layık olandan layık olduğunu, müstahak olandan da müstahak olduğunu esirgemek namussuzluk ve dinsizliktir. Bunu sakın unutma!’

Takdim yazımıza son vermeden, geleceğimize ışık tutacağına inandığım bir gerçeği daha arz etmek istiyorum:

Cansız Hoca gibi asırların ender yetiştirdiği bir büyük zekadan bu ülke gereğinin onda biri kadar yararlanamamıştır ve bunun sebebi bir yıkıcı putperestlik sanatı gibi ülkemizin ve insanımızın üstüne çöken dinci yobazlıktır. Dinci yobazlık, başka bir deyişle din adına uydurduğu yalanları kurumsallaştırarak saltanat tezgâhına dönüştüren sarıklı ve takkeli engizisyon, Cansız Hoca’yı nefret ve tiksintiye, yalnızlık ve öfkeye itmiştir. Cansız Hoca o büyük gururu, vakarı, tavizsizliği, dik başlılığı ve inatçılığı ile fildişi kulesine öyle bir oturdu ki, onu oradan alıp kitlelerin yürüdüğü dikenli ve çamurlu patikalara indirmek gücüne hiç kimse ulaşamadı.

Ben Cansız Hoca’dan ne aldımsa, onun çetin şahsiyet ve aşılmaz gururunun bütün zorluklarına tahammül ederek, o fildişi kulede aldım. Eğer kara yobazın uğursuz ve menfur suikastıyla beslenen din çürütücü alçak tezgâh engel olmasaydı Allâme Mustafa Cansızoğlu, ilim ve düşünce pınarlarından besleyeceği yüzlerce ışık taşıyıcıyı donatır ve bu ülkenin bahtını açan muhteşem bir iman ve fikir ekibi yetiştirebilirdi. Ne yazık ki din yobazlığı tezgâhının sefil baronları insafsız ve imansız bir biçimde kustukları karanlık zehirlerle Cansız Hoca’yı itham ettiler, onun yüceliklerine ulaşamadıkları için onu kendi çukurlarına çekmeye çalıştılar. Onu, dini reforma tabi tutan, ameli ve ibadeti olmayan bir zındık gibi damgalayarak, halkın ve ilmin yolcularının onun muhteşem birikiminden yararlanmasını engellediler. O da, yobazların çukuruna girmemek için fildişi kulesine kapandı.

Evet, din yobazları İslam'a en büyük ihanet olan bu alçaklığı asırlardır yaptılar ve arkasından da gidip alınlarını secdeye koyarak secdeyi de kirlettiler. Sonuç ortada: İslam dünyası zelil, sefil, işgal altında, sömürge, tutsak, perişan. Kur'an'ın, dünyanın efendisi yapmaya uğraştığı bir kitle, dünyanın sırtında adeta bir kambur gibi duruyor.

Bilmiyorum, Cansız Hoca, Cenabı Hakk'ın alnından öptüğüne inandığım madde ötesi âlemden İslam dünyasının yobaz kötülüğü yüzünden düştüğü bu perişanlığı seyrederken hâlâ acı çekmekte midir? Bildiğim tek şey İslam dünyasının, bir büyük doğuşun şafağıyla uyanıp Kur'an'ın idealindeki insanı tarihin ve dünyanın önüne çıkaracak dirilişi gösterme emarelerinden henüz çok uzak olduğudur. Son sözü zaman üstü kitaba, Kur'an'a söyletelim:

‘Gerçek şu ki, Allah insanlara zulmetmiyor, insanlar kendi benliklerine zulmediyor.’

Cansız Hoca üstadımın hatırası önünde minnet ve şükranla bir kere daha eğilmeyi övünç ve onur vesilesi biliyor, Türk Milletinin, elinizdeki kitap aracılığıyla, onun hatırasından gereken ibret dersini çıkarmasını temenni ederken kitabı hazırlayan Mehmet Günaydın’a, Türk Halkı ve kendim adına teşekkür ediyorum. Çok önemli bir hizmete imza atmıştır.

Aziz Üstadımın ruhu şad, makamı cennet olsun.”

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk

Halkının Yükseliş Partisi Genel Başkanı

İstanbul Milletvekili” [11]

Görüleceği üzere Sn. Öztürk hocasını anlatarak, olağanüstü bir şahsiyetin portresini çizmiştir. Peki, Yaşar Nuri gibi zeki ve dokuz yıl uyku hariç sürekli bir arada yaşadığı Cansız Hoca rastgele mi bu mertebeye ulaştı; elbette hayır! İşte, onun da yetiştiği ortam ve müstesna hocası:

GARGAR MÜSLİM EFENDİ (1851-1937)

Bu yazımızın yazılmasına vesile olanların başında gelenlerden biri olan Gargar Müslim Efendi’ye gelince: Müslim Efendi 1851 yılında, dükkânları ve çarşısı ile çevresindeki köylerin merkezi pozisyonunda bulunan ve 1948 yılında “Çaykara” adı ile ilçe merkezine dönüştürülen Of’un Kadohor Köyü’nde dünyaya gelir. Rutin olduğu üzere küçük yaşta mahalle mektebinde Elif-ba, Cüz, Kur’an okuma, namaz surelerini ezberleme ve İslâm şartlarını öğrenme eğitiminden geçer. Ön ergenlik çağına gelince de, evlerinden yürüyerek gidip gelebildiği komşu köy Holaysa (şimdiki Yeşilalan) Medresesi’ne gönderilir. Medresenin müderrisi Huşolu Numan Efendi’dir (1813-1892).

Son derece zeki bir öğrenci olan Müslim, kısa zaman içinde medresenin en parlak ve başarılı öğrencisi pozisyonuna gelir. Normal öğrenciler için geçerli olandan çok daha kısa bir zaman zarfında medrese müfredatını üstün bir başarı ile tamamlar, icazetini alır. Hocasının görevlendirmesi ile aynı medresede kendinden küçüklere ders vermeye başlar. Kendisinden 15 yaş küçük olan Hacı Ferşat da (1866-1930) onların arasındadır.

Çok okuyan, çok soran ve sorgulayan bir kişiliğe sahiptir Müslim. Hocası Numan Efendi onu iyi yetiştirir. Kendisinden alacağı fazla bir şeyin kalmadığını görünce de hayata atılıp topluma hizmet vermesi, eğitim ordusuna katılması gerektiğini tavsiye eder.

Değişik yerlerde imamlık ve mektep hocalığından sonra nihayet yerini bulur ve 24 yıl boyunca hizmet vereceği Kondu Köyü (şimdiki Dernekpazarı ilçe merkezi) Medresesi’nde müderris olarak göreve başlar. Kondu, Gargar Hoca’nın Kadohor’daki evine 7 km mesafededir.

Artık Gargar Müslim Efendi’dir Müslim Hoca; vaaz ve fetvaları ile kalabalıkların arayıp sorduğu, bilgisine başvurduğu müstesna bir şahsiyettir.

1880’li yıllarda Kadohor merkezindeki tarlasını vakfederek Kadohor Çarşısı’nda ilk caminin inşasına öncülük eder. Ondan önce, bugünkü Çaykara’nın bulunduğu yerde etrafı tarla ve çayırlarla çevrili birkaç dükkân mevcuttur ve cami yoktur. Bu dükkânlar demirci, kalaycı, terzi ve bakkal işlevindedir. Kalaycılar, 1924’te mübadele ile Yunanistan’a gönderilen Rumlardandır. Ayrıca bir de su değirmeni mevcuttur… Cuma namazını kılmak isteyenler en yakın camiler olan Üst Kadohor veya Aşağı Hopşera, Haranikas Camii’nde eda ederler ibadetlerini [12]. Müslim Efendi 1937 yılında vefat edince, vasiyeti üzerine yaptırdığı bu caminin avlusuna defnedilir. Daha sonra Müslim Efendi’nin kabri, 1970’te yıkılıp büyütülen caminin bodrumunda muhafaza edilir.

1900’lü yılların başlarında Kondulu Yetim Mustafa (Cansız) da talebeleri arasına katılır ve yukarıda belirtildiği üzere eğitimini tamamlayarak Müslim Efendi’den icazetini alır.

Kondu Medresesi’nde 24 yıl hizmet verdikten sonra Çaykara’ya gidip gelmekten yorulan Müslim Efendi Kadohor’daki evinin üst katını medreseye çevirir ve ölümüne kadar müderrislik görevini orada sürdürür.

Hocası Numan Efendi’den aldığı özgür düşünebilme eğitiminin de etkisi ile eğitimcilik ve imamlık hayatı boyunca Kur’anı önde tutar, nakillere ve hurafelere sürekli karşı gelir… Bu bağlamda öğrencisi ve devrinin önde gelen tarikat şeyhi Holaysalı Hacı Ferşat Efendi ile sürekli tartışma halindedir. Ferşat Efendi’nin 5 Mart 1887’de kadınları da tarikatına kaydedip onlarla hatme (kapalı zikir) düzenlemesi [13] bardağı taşıran son damla olur ve Müslim Efendi’nin o gün bugündür Of’un Solaklı Vadisi’nde çınlayan şu sözü çıkar ağzından hiddetle: “Ferşat Holaysa’da kerhane açtı!” [14]

Tarikatlara, cemaatlere, hurafelere karşıdır Gargar Müslim Efendi. İslâm’ın doğrudan Kelâmullah’tan öğrenilmesi ve öğretilmesi kuralını şiar edinir ve hayatı boyunca talebelerini bu anlayışla eğitir. İşte bu anlayış önce talebesi Cansız Mustafa Efendi ekolünü ve devamında da onun talebesi Yaşar Nuri Öztürk fenomenini doğurur.

Bu bölümün başında belirtildiği gibi Gargar Müslim Efendi’nin hocası da Huşolu Numan Efendi’dir.

HUŞOLU NUMANOĞLU NUMAN EFENDİ (1813-1892)

“Kâinatta tesadüfe tesadüf edemezsiniz”. Yaşar Nuri Öztürk’ün fenomenleşmesi tesadüfî değildir. Kendisinden bir kaç asır önce medreselerde bazı zeki ve ileri derecede bilgili müderrisler geri kalmışlığımızın sebeplerini idrak ediyor ve zaman zaman sorgulayıcı bir mantıkla öğrencilerine bu sebepleri tartıştırabiliyordu… İşte bunlardan biri de, Yaşar Nuri’nin hocasının hocasının hocası Huşolu Numanoğlu Numan Efendi’dir.

Numan Efendi, Çaykara Işıklı (Huşo) Mahallesi’nde 1813 yılında dünyaya gelir. Babası Numanoğlu Muhammet (?-1829), dedesi Numanoğlu Mustafa (1750-?) ve büyük dedesi de sülâleye ismini veren 1. Numan’dır. Büyüklerinin hepsi zamanlarının geçerli eğitimini alırlar. Bazıları müderris derecesindedir.

Numan Efendi ilk olarak, amcası Ahmet Efendi’den (1774-1843) hafızlık eğitimi ve icazetini alır. Devamında, yörenin önemli hocalarından Küçükömerzade Ahmet Efendi’den hadis, tefsir, alet bilgisi ve felsefe dersleri icazeti alır. [15]

İleri düzeyde eğitimini ise Kahire’de tamamlar. [16]

1845 yılında, bölgenin en büyük medreselerinden biri olan Yeşilalan (Holaysa) Köyü Medresesi’nde, yaklaşık 35 yıl devam edeceği müderrislik görevine başlar. Burada, ilerde yörenin, daha sonra ise tüm Türkiye’nin dinî hayat ve anlayışını etkileyip şekillendirecek olan pek çok öğrenci yetiştirir.

 

Numan Efendi’nin, bölgenin en donanımlı medresesi Holaysa Medresesi’nde, her yıl ortalama 100-120 öğrencisi olur. Yeterli hale gelenler icazet alır, Oflu Hoca namı ile yurdun dört köşesine dağılır, imamlık veya müderrislik görevlerine devam ederler. [17]

35 yıllık müderrisliği esnasında binlerce öğrencisi arasından ikisi diğerlerinden çok farklıdır. Türkiye’nin geleceğini etkileyen bu iki öğrencisinden biri, tarikat şeyhi Holaysalı Hacı Ferşat Efendi (1866-1929), diğeri ise tarikat ve cemaatlere şiddetle karşı olan, Yaşar Nuri’nin hocası Kondulu Mustafa Cansız’ın hocası, Kadohorlu Gargar Müslim Efendi’dir (1851-1938). Atatürk ile de görüşen ve tarikat şeyhliği dolayısı ile ülke çapında bilinen muhterem, mütevazi ve son derece efendi bir şahsiyet olan Hacı Ferşat Efendi hakkında yazılmış birçok eser ve makale mevcuttur. Bunlardan birini de bu satırların yazarı kaleme almıştır. [18]

Bu yazının içeriğinde, hakkında geniş bilgi verilen Gargar Müslim Efendi ise, aynı zamanda medrese arkadaşı ve öğrencisi olan Nakşibendi Tarikatı şeyhi Ferşat Efendi ile ters düşen, onu çok sert bir şekilde eleştiren, aynı zamanda cenazesini bizzat elleri ile yıkayan, hazırlayan ve cenaze namazını kıldırdıktan sonra “Haydi 40 senedir uyumayan Ferşat Efendi, şimdi rahat rahat uyu” diyerek uğurlayan ve Yaşar Nuri Öztürk’ün Çağın Müceddidi olmasında çok büyük payı olan, alışılmışın dışında, ders, vaiz ve fetvaları ile hayretler uyandırarak, insanları ve özellikle öğrencilerini düşünmeye sevk eden farklı bir kişiliktir.

Huşolu Numan Efendi’nin engin bilgisi ve hoşgörüye dayalı eğitimciliği, talebesi Gargar Müslim Efendi’nin Kur’an’ı sarsılmaz kaynak kabul eden duruşunu doğurur. O’nun Talebesi Cansız Mustafa Efendi de aynı damarı geliştirerek, heyecanlı, sabırsız ve asabi bir şekilde devam ettirir ve o da talebesi Yaşar Nuri’ye aktarır. Yaşar Nuri de tüm bu birikimi üstün zekâsı sayesinde yoğurup çağa göre yorumlar, ve işte tüm bu muktesebat, bir yandan Yaşar Nuri Öztürk gibi bir Müceddit’i ortaya çıkarırken diğer yandan Türkiye’de Aydınlanmanın geri dönülmez yolunu açar.

Ahmet MUTLUOĞLU

İstanbul-Çamlıca, 18.11.2023

KAYNAKLAR:

[01] “Tarihsel Kökeninden Ülkelere Göre Türlerine Aydınlanma Felsefesi (Çağı) ve Türkiye Cumhuriyeti”, Sami ZARİÇ, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2017/3, Sayı:28, s.33-54,

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/520678

[02] “AYDINLANMA ÇAĞI”, WİKİPEDİA DERGİSİ.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayd%C4%B1nlanma_%C3%87a%C4%9F%C4%B1

[03] “TÜRK EĞİTİM TARİHİ”, Osman Sezgin,  Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik ABD,

http://osmansezgin.com/assets/tet46_222-osmansezgincom.pdf   

[04] Vikipedi Özgür Ansiklopedi,

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Far_Nuri_%C3%96zt%C3%BCrk#:~:text=T%C3%BCrkiye'de%20%22Kur'an,ile%20ilgili%20bir%C3%A7ok%20konferans%20verdi

[05] “Yaşar Nuri Öztürk Kimdir”, Star Gazetesi, 3 Eylül 2016.

[06] “CANSIZ HOCA”, Mehmet Günaydın, Heyamolla Yayınları, İstanbul 2007, Takdim Yazısı, Y.N.Ö. kendi elinden.

[07] “CANSIZ HOCA”, Mehmet Günaydın, Heyamolla Yayınları, İstanbul 2007, s. 58.

[08] Cevdet Cemal CANSIZ (Aziz İzzet Oğlu, Dernekpazarı 1956 doğumlu) , Kişisel Görüşme, 1 Temmuz 2023.

[09] “CANSIZ HOCA”, Mehmet Günaydın, Heyamolla Yayınları, İstanbul 2007, s.106.

[10] “CANSIZ HOCA”, Mehmet Günaydın, Heyamolla Yayınları, İstanbul 2007, s.185. 

[11] “CANSIZ HOCA”, Mehmet Günaydın, Heyamolla Yayınları, İstanbul 2007,Takdim.             

[12] Süleyman Çiftçi (Abdul Azizi Oğlu, Çaykara, 1965 doğumlu), Kişisel Görüşme, 11 Temmuz 2023. Mehmet Savaş Dündar (Muharrem Oğlu, Çaykara, 1964 doğumlu), Kişisel Görüşme, 11 Temmuz 2023.                                               

[13] “19. Yüzyılda Of’un Holaysa ve Zeleka Köylerinden Sosyal Bir Kesit”, Necati Ağralioğlu, Kemal Cuman, Çaykara Gündem Gazetesi, 27.07.2022                                        https://caykaragundem.com/haber/19yuzyilda_ofun_holaysa_ve_zeleka_koylerinden_sosyal_bir_kesit-10240.html                                                                 

[14] “CANSIZ HOCA”, Mehmet Günaydın, Heyamolla Yayınları, İstanbul 2007, s.144.       

[15] “Çaykara’da Bir Ulema Ailesi: Numanzâdeler”, Şenol Saylan, 1. Uluslararası Geçmişten Günümüze Trabzon’da Dini Hayat Sempozyumu, s.362-366           https://isamveri.org/pdfdrg/D252870/2016/2016_SAYLANS.pdf                                      

[16] Rasim Soylu (Muhammet Oğlu, 1952 Çaykara doğumlu), Kişisel Görüşme, 21 Temmuz 2023.                                                       

[17] “Oflu Hocaların Yetiştikleri Medreseler, Talebe ve Medrese Sayılarına İlişkin Bazı Rivayetlerin Analizi”,  Mustafa Tunçer, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/351402                                                                 

[18] “Of-Çaykara Ulemasından Hacı Ferşat Efendi’nin Atatürk ile Görüşmesinde Gözden Kaçan Çok Önemli Bir Ayrıntı”, 3 Mart 2018 tarihli bölge gazeteleri,




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —