Taş, Türk kültür tarihinde kalıcılığın en önemli sembollerinden birisidir. Bengü sözcüğü de “ebedi, sonsuzluk” manalarında kullanılır2. Bu kavramlar bu manada genelde, “Bengü taş” olarak beraber kullanılır. Bengü/Mengü taş yıllar öncesinden geleceğe bazen bir yazı bazen bir sembol bazen bir şekille vasıta olup bir köprü atar bir mesaj verir.
Türk kültüründe taş, sadece bir sembol vazifesi görmez. “Yâda” taşında olduğu gibi bir tılsım bir mucize vesilesi olarak da kabul görmüştür. Örneğin bu taşa sahip olanların savaşları kazandıkları, yağmur yağdırılmasına vesile olduklarına dair inanışta olduğu gibi. Ayrıca taş, Anadolu’da çok yakın zamanlara kadar bir arınma, temizlenme vasıtası da olarak da itibar görmüştür.
İnsanlar taşa vurduklarıyla kendilerini sonraki nesillere taşımak, hatırlatmak isterler. İnsanoğlu fıtraten, taşlar üzerlerine kazıdığı yazı ve şekillerle ölümsüzlüğü, ölüm öldürülene kadar sonsuzluğa taşımak ister. Bu meyanda her insan kendi konumuna göre tarihe bir şerh düşmek ister. Kimi adını soyadını, kimi sevdiğinin adını bengü taşa kayıt düşerek bir iz bırakmak ister. Bazen derdini bazen sevincini, bazen de kahramanlığını taşa vurup unutmamak, unutulmamak ister. Taşa kazınan bazen siyaset bazen edebiyat bazen nasihat bazen ahlak dersi olur geleceğe yansır ışık olur. Taşa her zaman yazı veya şekil kazınmaz bazen de mana ve hatıralar vurulur. Taş ve kişiler arasında saklı derin, tarifsiz yaşantı ve hatıralar.
Bizim yazımıza konu olan taş, üzerine herhangi bir kaydın düşülmediği, şekil ya da simgenin işlenmediği ancak gerçek yaşamdan mana yüklü sözlerin dercedildiği bir hatıra ile ilgili olacaktır. Çambaşı-Kamenoraş patika yolunun ormanları içerisinde saklı, Beğaz(dz)lar mevkiinde yolun hemen kenarında insan beli yüksekliğinde yosun tutmuş siyah bir taş. Herkes için sıradan, belli belirsiz, muhatapları için dimağlarda fırtına kopartan anlatsa ciltler dolduracak bir kütüphane mesabesinde memlü (dolu).
Mevzubahis olacak olan konu 1914-1915’li yıllara dayanmakta olup, Çaykara’nın Çambaşı Mahallesi’nin Beğaz(dz)lar3 mevkiinde geçmiştir. Mesele Çambaşı köyü nüfusuna kayıtlı olan 8/9 yaşlarındaki Mehmet ile 26 yaşlarındaki annesi Fatma arasında geçen bir diyalogdan başlayarak, meçhuliyetini 2024 yılına kadar taşıyan bir hatıradan ibarettir.
Mehmet ile annesi Çambaşı köyünden hareket edip, koma4 (mez(i)raya) yaya olarak gitmekteyken aralarında bir konuşma geçer. Mehmet’in annesi daha önce aldığı bir haberi Mehmet’e nasıl anlatacağının tereddüdünü yaşayarak yolu arşınlamaya devam etmekteydi. Zira bu haber kendisine mahalledeki değirmenin hemen altında verildiğinde, kendisinden geçmiş ve bayılarak patika yolunun üzerine yığılıp kalmıştı. Kendisini yakan ve yıkan bu haber oğlundan daha ne kadar saklanabilirdi? Fatma anne içini yakan duygular bir yanda bunu nasıl anlatılacağı, bunun oğlundaki yansımasının ne olacağı endişesi başka bir tarafta, karmaşık duygu ve düşüncelerle en doğru bir anı kovalamaktaydı. Günlerdir bu düşünceler içerisinde yoğrulurken bu kara haberi vermek için en doğru yer ve zamanın bu yolculuk ve yol olacağı kanaatine varmıştı. Zira yüzlerin ve duyguların en iyi kamufle edildiği, birinin ötekinin yüzünü göremediği, dolayısıyla duygularını okunamadığı bu yol ve tek sıra dizilişle gerçekleşen bu yolculuk en uygun an olacaktı. Bu şartlarda Fatma anne tüm cesaretini toplayarak bu haberi oğluna anlatmaya karar verdi. Ona ilk olarak “baban askere, cepheye gitti” şeklinde bir laf açarak Mehmet’in düşüncesini, tepkisini öğrenmek istedi. Mehmet de ona “olsun gitsin nasıl olsa gelecek” deyince annesi de ona “hayır o gitti bir daha gelemeyecek gelmeyecek” cevabını vermişti. Sözün başladığı ve bittiği yer ve an tamamen bundan ibaretti. Artık bundan sonra anne ve evlat her biri kendi iç dünyasında kendi hüznünü yıllarca yaşamaya devam edecekti.
Yıllar sonra Cihan Harbi biter, Mehmet de hayata dair birçok badireyi atlatır, evlenir ve çocukları olur. Uzun ve sağlıklı bir ömür geçirir. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen aynı patika yolundan, Çambaşı, Kabarodi, Beğaz(dz)lar istikametinden, yıllarca mezire ve yaylaya revan olup, gidip gelir. En küçük oğluyla da aynı yollardan aynı şekilde sadece ayakkabı ve orman sesi eşliğinde nice yolculukları olmuştu. Derin ormanların içinden derin sessizliğin gölgesinde uzun uzun yolculuklar… Her seferinde bu sessizliği bozan belli bir yer ve ona bağlı bir zaman olurdu. Yer Beğazlar, zaman da o kara taşla karşılaştıkları andı. Yaşı epey ilerlemiş olan Mehmet önde, küçük oğlu arkada olmak üzere patikayı adımlarken bu yere geldiklerinde yaşlı Mehmet, yolun kenarında duran o mağlüm taşa her gidiş ve dönüşünde elindeki bastonu ucuyla 3/4 defa sertçe vurmadan kesinlikle geçmezdi. Bu davranışı yaparken ne bir şey söyler ne anlatır ne de hissettirirdi. Ancak bu hareketi ile kendi iç dünyasına çok şeyler anlattığı, dış dünyaya da bir şeyler duyurmak isteği beliydi. Ancak mağlüm patika yol dizilişi ve yaşlı Mehmet’in bastırılmış duyguları o taşa hangi hislerle vurduğunu her defasında saklayıp durdu. Sessizliği delen bu ses ve davranış her zaman aynı yerde aynı şekilde tekrar eder dururdu. Bunu ne zamanın yaşlanması ne sis ne yağmur, hiçbir şey unutturamazdı. Kendi el emeği ahşap saplı demir uçlu bastonuyla o taşa “konuş” dercesine şiddetle vuran Mehmet, bir yaşantının izini izhar etmeden geçemezdi. Ta dizlerinin tutamayacağı, takatinin bu yolları arşınlayamayacağı 85’li yaşlarına kadar. İçine kazıdığı bu hüznü, her defasında aynı his aynı heyecan ve aynı saiklerle o bengü taşa adeta çivilemiş, mıhlamıştı. Küçük oğlu ise bu olaya 8’li yaşlarından 15’li yaşlarına kadar birçok kez tanık olmasına rağmen buna pek bir anlam verememişti. Dikkati çekmemesi mümkün olmayan bu davranışın o zamanlar gerçek nedenini bir türlü öğrenememişti. Bunun mutlak bir nedeni olmalıydı. Ancak küçük oğlunun bunu soracak ne cesareti ne de bunu sorgulayacak yaş ve idraki vardı. Taki onun büyük ağabeyi ile 2024 yılında gerçekleşen bir yolcuğa kadar. Bu yolculuk sırasında ağabey, babalarının o taşa neden vurduğunu açıklayarak küçük kardeşin yıllarca zihninin bir köşesinde bir boşlukta yer alan bu davranışı yerine oturtmuş oldu. Baba Mehmet’in üzerinde hınçla vurduğu bu taş babasının askerde şehit olduğunu, gelemeyeceğini öğrendiği yerdeki simge olmuştu. Annesinin ona “baban askere gitti ve bir daha gelmeyecek” haberini verdiği yerdeki bu taş onun için bir bengü taş oluverdi. Yıllarca gönlünde taşıdığı babasızlık hissini bu taşla paylaşarak göz pınarlarını yüreğine akıtan Mehmet, o taşa bastonuyla vurarak tarihe sessiz bir iz bırakmış oldu. Nice gidip gelmeyen babaların, evlatlarına nazire… Kim bilir niceler daha aynı hisleri yaşamış ve sessizce bu dünyadan göç edip gitmişlerdi.
Bu memlekette şehit ve gazinin olmadığı tek bir hane bile gösterilemez. Şehit kanıyla sulanmamış bir karış toprağı olmayan bu vatan, şühedanın tohumu üzere inşa edilmiştir. Geride bıraktıkları aileleri hicranı yaşarken onlar gelecek nesilleri rahat ve güvende olsunlar diye bedenini bu memlekete siper edip ölümsüzlüğün bengü taşı oldular.
Bu vesileyle tüm şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum…
--------------------------------------------------------------------
1- Yunus MUTLU, Tarih Öğretmeni. yunmutlu@gmail.com
2- Kübra Şahinbaş, Bengü/Mengü kelimesi üzerine, Uluslararası Beşeri Bilimler Ve Eğitim Dergisi (Ijhe), Cilt 5, Sayı 11, S. 466 –481.
3- Beğav(dz): Suyun bol olduğu; sulak alan için kullanılan yöresel bir ifadedir.
4- Kom: Kıpçak dilinden geçen ve Çaykara yöresinde kullanılan yerleşim yerine uygun olan bir arazi yapısını ifade eder. Kom, köy ve yayla yerleşkeleri arasında olan ve hayvancılık amacıyla kısa süreliğine kalınan, konaklanan bir yerleşim yeridir.