Hemşehrimiz, Eczacı Necdet Durgun ´un kaleminden ?BİZİM KURTULUŞ BAYRAMLARIMIZ? adlı makaleyi yayınlıyoruz.
Kurtuluş Bayramları; Birlik ve beraberliğimizi pekiştirmektir,
Kurtuluş Bayramları; Geçmişimizi unutmamaktır,
Kurtuluş Bayramları; Bize bırakılan emanetleri hatırlamaktır,
Kurtuluş Bayramları; Atalarımızı anmak ve hatırlamak, sahip olduğumuz değerleri unutmamaktır,
Kurtuluş Bayramları; Kültürümüzü yaşatmaktır.
Yazıda, herkesin geçmişe doğru zaman yolculuğuna giderek, o dönem kuşağının milli hassasiyetlere olan bağlılığına şahit olacaksınız. Milletlerin tarihinde bazı dönüm noktaları ve emsali görülmemiş tarihi olaylar vardır. Çaykara´nın düşman işgalinden kurtuluşu ve yaşanmış kahramanlıkları ile anılacak bir ilçe.
1916 yılı Çaykara´nın Ruslar tarafından işgal yılları kan ve gözyaşı, dualar ve 1918 yılı 27 Şubat´ta kazanılan bir zafer. Sultanmurat yaylasında bulunan ?Şehitler Tepesi? bu savaşta şehit düşen Türk askerlerinin ölümsüz anıtı. 27 Şubat 1918 tarihi bizim için; Türk milletinin özelliklerini, özgürlüğe olan düşkünlüğünü, azmini vatan, millet, din ve bayrak aşkını tarih şuurunu kazanması açısından çok önemlidir. Kurtuluş Bayramları, Milli ruhun yaşatılması ve toplum bilincinin arttırılması ve gelecek nesillere aktarılması olmazsa olmazlarımızdandır. Çaykara´da geçmiş yıllarda kutlanan 27 Şubat kurtuluş günlerini Eczacı Necdet Durgun tarafından kaleme alınan ?BİZİM KURTULUŞ BAYRAMLARIMIZ ? başlıklı yazıda 27 Şubatların büyük heyecanlarla nasıl kutlandığını, o dönem gençliğinin milli heyecanı nasıl durdurulamaz olduğunu bu yazıda okuyacaksınız. Siz değerli okurlarımızı yazı ile baş başa bırakıyoruz. "BİZİM KURTULUŞ BAYRAMLARIMIZ"
Köyde doğup büyüyen çocuklar için okul çağına kadar akla Ramazan ve Kurban Bayramları gelirdi. Okula başlayınca 23 Nisan´lar, 19 Mayıs´lar, 29 Ekim´ler günün koşullarına göre okullarda ya da ilçe merkezinde törenlerle kutlanırdı. Kutlamalara ilçe merkezi olduktan sonra Çaykara´mızın kurtuluş günü de eklendi. 23 Nisan´lar da değişik okullardan gelen öğrencilerin katıldığı çeşit çeşit yarışmalar, 19 Mayıs´lar da ortaokul öğrencilerinin sunduğu bedensel eğitim gösterileri, 29 Ekim´lerin horonları ve yöremize özgü atışmalar, seyirler uzun zaman konuşulurdu.
Avuçlara sıkıştırılan harçlıklar, alınan yeni giysiler, lastik ve plastik ayakkabılar, nadir arkadaşlarımıza nasip olan iskarpinler o günlerin önemini ve heyecanını kat kat artırırdı. Hele hele anma etkinliklerinde görev üstlenenlerin; bir de görev layıkı ile yerine getirilmişse, takdir toplamışsa fiyakalarından geçilmezdi.
50´li yılların sonlarından 60´ların ilk yarısına kadar Ramazan Bayramları kış ile ilkbahar mevsimlerine rastlardı. O dönemlerde iki sevinci ve heyecanı birlikte yaşardık. Okul çağından önce göremediğimiz Kurtuluş Bayramı kutlama şenliklerini bayramı gören büyüklerimizden dinler, hayallerimizde büyülü, gizemli, erişilmez güzellikler olarak yaşatırdık. Sonra okullu olduk, sınıfları doldurduk şarkısı uyarınca bayramlara katıldık, güzellikleri biz de gördük.O yıllarda okulda, evlerimizde, yol boylarında, oyun alanlarında bayram törenlerinde duygular tavan yapar şaha kalkardı. Ders kitaplarımızda yer alan kahramanlık şiirleri ile yetinmez, erişebileceğimiz tüm kaynaklardan şiirler bulur, ezberler, her fırsatta yüksek sesle okur, etrafımızı etkilemeye çalışırdık. Kurtuluşun ve devletimizin kuruluşunun canlı tanıkları hayattaydılar. Onların anlattıklarını dinlerken farklı bir havaya girerdik. Tarif edilmez o duygu selinin önünde sürüklenen okul çocukları 26 Şubat´ı 27 Şubat´a bağlayan geceyi; ertesi gün ikişerli sıralar halinde öğretmenlerinin gözetiminde köy okulundan kasabaya yürüyüşlerini düşünerek uykusuz geçirdiklerini unutmak mümkün mü? Ama asıl uykusuz gece Ramazan Bayramı geceleri olurdu. Çünkü o gün çifte bayramımız olacaktı. Sabah erkenden kalkılıp büyüklerle birlikte camiye gidilir. Bayram namazı sonrası ve hutbe ile birlikte uyumlu bir koronun söylediği tekbirler, ardından dışarıya çıkılıp bayramlaşmalar. Solaklı Vadisi´nin doğu ve batı yamaçlarındaki camilerden boşalan bayramcıların kutlamak amaçlı silahlarını boşaltmaları günün asıl sahibi çocukları da galeyana getirir, onlar da mantar tabancalarıyla donanmaya katılırlardı.Bayram öncesi ve bayram günü verilen harçlıklarımızla mantar tabancaları, kutu kutu mantarlar, şerit tabancaları, patlayan şeritler, çat-patlar satın alırdık. Alet kullanmayı beceren arkadaşlarımız kendilerine tahtadan barut tabancaları yaparlar, satın aldıkları siyah barutu tabancalarında kurusıkı patlatır şenliğe katılırlardı.
Arkasından kimi ailelerin verdikleri bayram ziyafetlerine çocuklar, kadınlar, erkekler birlikte katılır toplu yemekler yenirdi. Yemek sonrası büyükler evlerine, mezarlık ziyaretlerine giderlerken çocukların asıl programı başlardı. Günlerdir hazırlandıkları Çaykara´da yapılan Kurtuluş Bayramı kutlama şenliklerinin bir benzerini mahallelerinde canlandırmaya geçeceklerdir artık. Türk Kuvvetleri, düşman Rus Kuvvetleri takımlar halinde belirlenir, kimler komutan kimler düz asker, çatışmaların nasıl olacağı, kimlerin kimleri kovalayacağı, esir alacağı, nutuk söyleyecekler, şiir okuyacakların rolleri dağıtılmıştı. Herkes rolünü en üst düzeyde oynayarak büyük bir çocuk şenliği gerçekleştirilirdi.Değişik köylerdeki Rus işgal karakollarındaki askerler toparlanıp Of´a inecekler, orada batı yönünden gelenlerle ekleşip ülkemizi terk edeceklerdi. 27 Şubat 1918 günü Çaykara´dan kuzeye doğru Taşhan Pazarı´na kadar inmişlerdi. İki yıla yakın süren düşman işgalinden kaçıp göç edenlerin yollarda ve ulaştıkları yerlerde; topraklarını bırakmayanların Çaykara´da çektiği sıkıntılar artık son buluyordu. Büyüklerinin bir bölümünü Sarıkamış´ta, Baltacı Deresi´nde, Kop´ta, Soğanlı Dağı´nda, Sultanmurat´ta şehit veren Çaykaralının o gün şenlik yapacak hali yoktu. Zaman içinde bağımsızlığın tadına varan, savaşın ve işgalin ağırlığını iliklerinde hisseden insanımızın acılarını unutmamaları için etkinlikler, kutlamalar yapması gerekiyordu.Yeşilalan ( Holaysa ) Pazarı, Hükümet Caddesi ve üst Pazar´ın birleştikleri yerden şimdiki Halk Eğitim Merkezi´ne giden sokağa kadar olan çarşı içi bayram alanı idi. Köy öğretmenlerinin öncülüğünde oluşan yerel giysili, takma sakallı, bıyıklı milis kolları sabahın erken saatlerinde Çaykara´ya doğru yola çıkar, konuşlandıkları bayram alanına açılan sokak içlerinde verilecek hücum emrini elleri tetikte beklerlerdi. Eski caminin doğu tarafına protokol koltukları ve sandalyeler yerleştirilir hemen arka tarafında kürsü yer alırdı. Yakın köylerden gelen ilkokul öğrencileri, ortaokul öğrencileri, sonraki yıllarda lise öğrencileri alanda yerlerini alırlar, halk öğrenci sıralarının arkasında yer bulabilirdi. Tören, protokolün halkın bayramlarını kutlayıp yerlerine oturmasıyla başlardı.
Caminin güney doğu köşesinde yer alan bayrak gönderinde işgali simgeleyen siyah renkli esaret bayrağı asılı, alandakilerin tümü heyecanlı bir bekleyiş içinde olurlardı. Birazdan köylerden seçilerek gelen temsili milis kuvvet grupları bayram alanına ulaşan dört yoldan komutanlarının verdiği emirle silah sesleri ve Allah Allah nidalarıyla koşarak ateşlerini siyah bayrağa yoğunlaştırırlar, ardından günün komutanı işgal bayrağını indirip ateşle tutuşturur, göğsünden çıkardığı ay yıldızlı al bayrağı göndere çeker hep birlikte İstiklal Marşı´mız okunurdu. Kaymakam, Belediye Başkanı´nın protokol konuşmalarından çok milis kuvvetleri komutanının şiirlerle süslenmiş ateşli konuşması ilgiyle izlenirdi. İlk yıllardaki törenlerin birinde konuşmacı komutan ? sus kahpe Rus? diye haykırıp yumruğunu kürsüye vurunca su dolu bardağın yere düşüp kırılması izleyenlerde büyük etki bırakmış, çocuklar bardak kırma işinin bir kutlama ritüeli olduğunu zannederek köyde yaptıkları törenlerde mutlaka bir bardak da onlar kırarlardı.Sıra öğrencilerin okuyacağı şiirlere gelirdi. Bayramlarda şiir okumak büyük bir onurdu. Her okulun güzel şiir okuyucuları olurdu. Şiir okuma okullar arasında adeta bir yarış gibi olurdu. Remzi Abbasoğlu´nun:
Ey mezar taşlarına sarmaşıklar dolaşan,
Ey dumanlı dağları yıldırım gibi aşan,
Türk soyunun kahraman evlatları erleri,
Can verip de aldınız yattığınız yerleri.
Dizeleri ile başlayan ünlü manzumesi ile Orhan Şaik Gökyay´ın:
Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
İfadeleri dinleyicilerin heyecanlarını doruğa çıkarırdı.
Zaman zaman Trabzon´dan gelen askeri bando kutlamalara katılır, marşlar çalar, konserler verirdi. Tören kıtasının başlarında miğferleri, omuzlarında tüfekleriyle geçişleri büyük ilgi uyandırırdı.
Ortaokul ? lise öğrencilerinin düzenledikleri muhacirlik mizanseni çok etkileyici olurdu. Düşmanın önünden kaçan yaşlı, sakat insanlar, yürüyebilen çocukların ellerinden tutarak, daha küçükleri sırtlarında, önlerinde çocuklarına içirecekleri birkaç kaşık süt için inekleri, sırtlarında keçeleri ve mitililerinden oluşmuş hurçları, içinde tas, sahan, kazan gibi birkaç kapları bulunan sepetleri, yırtık dökük üst başları, ayaklarında yıpranmış çarıkları ya da yalınayak yollara düşmüş, kendilerini korumak için ellerinde ve omuzlarında taşıdıkları baltaları, tahralarıyla arkalarında bıraktıkları akrabaları ve komşularının özlemiyle nereye gideceklerini bilmeden yürüyorlar. Peşlerine takılmış bütün azarlamalarına rağmen bir türlü geri dönmeyip sahiplerini takip eden köpekleri. İzleyen herkesi derinden etkileyen bu tablonun arkasından resmigeçit töreni başlıyor.
Protokol ayakta, geçenleri selamlıyor. Her okul başlarında öğretmenleriyle öğrencileri verilen komutla düzgün biçimde yürüyüp alandan ayrılıyorlar.
Son perdede halk sahneye çıkıyor. Önce yörede seyir diye adlandırılan türkülü atışmalar, seyire katılanların oluşturduğu koro sesinin karşı yamaçlardan yankılanması, söylenen türküler günlerce dillerden düşmezdi. Seyir biter bitmez ortada kavalcıların kemençecilerin çaldığı Çaykara Ezgileri ile oluşturulan horon halkaları, delikanlıların naraları ve haykırmalarıyla öğle ezanına kadar sürer giderdi.
Ceplerindeki küçük harçlıklarla çocuklar kendilerine fırınlardan aldıkları beyaz buğday ekmeği ve tahin helvasıyla ziyafet çekerler, çok azları da aile büyükleri tarafından lokantaya götürülüp doyurulurdu. Kasabadaki bayramda yemek törenlerden sonra yenirken köy törenlerinde önce yemek yenir sonra kutlamalara gidilirdi. Köyde oyun alanına yerleştirilen büyük yaprak sepetlerinden (kofin) oluşmuş çadırlardan çıkan çocuk askerler ilçe merkezindeki kutlamaları taklit ederek Allah Allah sesleriyle siyah bayrağa saldırırlar kasaba bayramının etkinliklerini eksiksiz uygularlardı.
Ölümünden hemen sonra Âşık Mustafa Bal´ın yazdığı destanında:
Çaykara başında benim sarayım
Bayram günlerinde beni arayın
Diye anlattığı Şemsettin Sami Niyazoğlu, 50´li yılların bayram törenlerinin vazgeçilmez usta hatiplerinden birisiydi.
Kurtuluş Bayramı´nın kutlanmaya başlandığı yıllardan 1967 yılına kadar giydiği çizmeleri, askeri külot pantolonu, montkomeri ve kalpağı ile milli kuvvetlerin komutanlığını üstlenen Mehmet Cemal Durgun´un meydanda ve kürsüdeki tavırları da belleklere kazınmıştı.
O günlere ve o günlere renk katanlara selam olsun.