Çaykaralı Emekli Öğretmen Ahmet Mutluoğlu´nun Kaleme Aldığı "Çaykara´nın Kutsal Toprakları ve Çakır´ın Karıları"adlı makaleyi sizlerle paylaşıyoruz
Dünya hayatı için toprak çok önemlidir tarih boyunca. İlk İnsan Hazreti Âdem´in çocukları dünya bomboş iken toprak yüzünden öldürdüler birbirlerini. Hâlâ da birbirlerini boğazlamaya devam ediyor insanlar toprak için. E, boşa dememiş atalarımız ?Bir avuç altının olacağına, bir avuç toprağın olsun,? diye.
Trabzon ve çevresi, 1461 yılında Rahmetli Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiği zaman, Çaykara´da ellişer hane civarında dört köyde (Zeno, Holaysa, Ğorğoras, Paçan) 1300 kadar insan yaşamaktadır. Diğer alanlar boştur. Bu köylere yakın münasip arazide, yine bu köylere bağlı tek tük haneler mevcuttur.
Fetihten sonra, önceleri memur ve askerler başta olmak üzere peyder pey Müslüman ahali yerleşmeye başlar Of Boğazı´na. Yerli gayrimüslim ahali de işgal olunan her yerde olduğu gibi terk etmeye başlar Çaykara´yı, Of´u ve tüm Doğu Karadeniz´i. Önceleri olup bitenin şaşkınlığı ile yavaş yavaş, daha sonra da bir arada yaşamanın
Zorluğunu görerek hzlı bir şekilde seyreder göç olayı. Kimi Ermenistan, kimi Gürcistan, kimi Ukrayna, Kimi Beyaz Rusya, kimi Moldova, kimi de en büyükleri olan Rusya gibi Hristiyan ülkelere göç edilir 200 sene boyunca. Tabii olarak bu arada imkân bulanlardan bir kısmı da Yunanistan´a ve diğer Hristiyan Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışır.
Müslümanların gelmesi ve gayrimüslimlerin ayrılması ha! diye olmaz. Uzun, yorucu, üzücü ve duygusal olaylar eşliğinde her iki taraf yerleşik oldukları yerlerden yenidünyalara taşınırlar. Ağıtlar yakılır, türküler okunur, hikâyeler oluşur her iki tarafta yeni kuşaklara aktarılan.
İlk 100 yılda, köyler arası göçler de olur daha rahat olunsun diye, hatta yeni köyler de kurulur; Yente, Haldızen, İpsil, Aso, Ogene, Alisinos, Mavreyas gibi. Nüfus 1300´lerden 3000´lere yaklaşır. Bu artışta, Çaykara´ya gelip yerleşen Müslüman nüfusun katkısı küçümsenemez elbette.
Gelen Müslümanlar çoğaldıkça, gayrimüslimlerin rahatı kaçmaktadır. Yönetimin Müslümanların elinde olması, rahatlarını kaçırır büsbütün. Sanat, ticaret, ziraatta ustalık onlarda ise de yitirir cazibesini bu topraklar onların gözünde.
İkinci yüzyılda göçler artar, hızlanır. Gelenler arttıkça ve çoğunluğa yaklaştıkça gidiş de hızlanır. Bir emme basma tulumbası gibi Müslümanlar geldikçe gayrimüslimler ayrılıyor; onlar ayrıldıkça da yerleri Müslümanlarca dolduruluyor.
Bu hızlı değiş tokuş sonucu 1681 yılına gelinince, yeni kurulan Kadahor, Hopşera, Şerah, Fotinos ve Zeleka köyleri de dâhil olmak üzere toplam 17 köyde 380 hane ve 2100 nüfus mevcut olup tamamı Müslümandır. Diğer köyler de kurulur peşi sıra kısa bir süre içinde ve nüfus hızla artar. Öyle ki devam eden 200 yılsonunda toprak yetmez olur Çaykaralılara. Bu sefer de başka yerlere göçler başlar toplu halde;
Maçka, Giresun, Bafra, Samsun, Van, Erzincan, Adapazarı, Muş, İmroz ve Kıbrıs gibi? Bireysel göçlerin ise haddi hesabı yoktur.
İşte nüfusun tavan yaptığı 1800´lü yılların ikinci yarısı ve 1900´lü yılların başlarında Çaykara ve köylerinin yegane geçim kaynağı olan toprak çok kıymetlidir. Hele hele savaş yıllarında! Bir kot zahire, bir kot altınla değiştirilir hale gelir; dolayısı ile gücü yeten herkes toprağını çoğaltmanın, çocuk ve torunlarını açlıktan korumanın hesapları peşindedir. Kimi para ile satın alır, kimi zorbalıkla tarafına geçirir, kimi de kurnazlığın envai çeşidini dener, bizim bu hikâyedeki kahramanlarımız gibi.
Hutek Çakır Mehmet oğlu Çakır Hasan´ın (1864-1936) hayatı boyunca birkaç evlilik yapmış olmasına rağmen çocuğu olmaz. İlk karısı Ömer kızı Hatice´yi 1919´da, ikinci karısı Mehmet kızı Gülsüm´ü de 1924 yılında kaybeder. Kala kala üçüncü karısı Hutek Numan Efendi kızı Molla Salihe (1901-1958) kalır. O da yine Hutekoğullarından Memiş Aziz oğlu Eyüp Tuncer (1895-1985) ile yaptığı ilk evliliğinde ölü olarak dünyaya getirdiği çocuğunun doğumu esnasında sakatlanır ve doğuramaz bir daha. Hasan çok çabalamıştır hayatı boyunca çocuk sahibi olmak içim ama nafile?
Ve nihayet gün gelir çatar, yolculuk sırası kendisine gelir. Günlerdir ağır hasta, sessiz sedasız, yemeden içmeden can çekişmektedir. Yol yok, iz yok. Doktor yok, ilaç yok; ölüme mahkumdur gayrı Çakır.
?Çakır ölecek ölmesine de malı ne olacak?? Artık köylünün kafasında, dilinde bu soru vardır hep. Hani malı öyle yabana atılır cinsten de değil ha!.. Caminin yakınında (şimdi İbrahim Hakkı oğlu İlhan Atalay (1955-?)´ın yeni yaptığı evin yanında kocaman bir ev (yakın zamanda yıkılan Sarmaşıklı Ev); evin hizasından başlayıp ta Hacı Ali Oğullarının düzüne uzanan büyük bir tarla; hatta ne tarlası, Zeleka´ya göre çiftlik; Sehil tarafında keza tarla, koruluk, mera korukları, kom ve yayla çayırları? Bayağı bir servet. E, ne olacak onca mal, kime kalacak? Elbette kardeşi Meryem (1902- ?) ile karısı
Molla Salihe´ye. Kimi konuşur, kimi de hesapların peşindedir köyde. Bir taraftan da geçmiş olsun demek veya öldü ölecek görmek için eve giren çıkanın hesabı yoktur. Öleceği gün daha da ağırlaşır Çakır. Artık sayılı olan nefesini daha sık ve kesik alıp vermektedir. Öğle namazını camide eda eden köyün ileri gelenleri: Muhtar İbrahim oğlu Mehmet Çiftçi (1897-1972), köyün beyaz atlı prensi, tüccar, Behzat oğlu Taka Osman Efendi (1883-1951), İbrahim oğlu eski muhtar Koçot Mehmet Efendi (1883-
1952) başta olmak üzere kalabalık bir cemaat da ziyaret eder Çakır´ı namazdan sonra. Ölmek üzeredir Çakır. Kalabalık odayı doldurmuş, herkes nefesini tutmuştur. Günlerdir başucunda Yasin okuyan köyün imamı Karahasan Salih oğlu Kiki Mehmet (1882-1962) Efendi de yorulmuş, sessizliğe bürünmüştür. Osman Taka´nın gür sesi bozar sessizliği:
- Komşular, Kardeşim Tenfıke´nin Hasan Efendi ile nikâhlı olduğunu
Biliyorsunuz değil mi?
?
Sessizlik bir kat daha derinleşir, sonsuzluğa doğru uzamaya başlar. Öyle ya, koskoca Osman Taka bir şey diyecek ve aksini iddia eden çıkacak. Mümkün mü bu! O Osman Ağa ki, ahalinin karnı ağrıdığı zaman ilaç yerine bulup yiyemediği kar beyazı kesme şekeri, avuç avuç kar beyazı atına yedirir her gün. Susar köylü; dolayısı ile sukut ikrardan sayılır kuralı gereği önerge kabul edilmiş demektir. Gitti gidiyor malının bir bölümü Çakır´ın. Yıl 1936, Cumhuriyet Devridir, Mustafa Kemal başta ama yoksulluk, imkânsızlık devam ediyor. Cumhuriyet henüz kurumsallaşamamış. Evlenmeler eski Osmanlı usulü iki şahitle yapılıyor, iki şahitle bozuluyor. Kayıt yok, muamele yok. Yani bu ikrar-ı sukutla Osman Ağa ile Çakır hısımdır artık.
Çifoğlu muhtar Mehmet de yeni yeni çıkmıştır Zeleka sahnesine. O da esnaftır Çaykara´da ve köyün muhtarıdır el´an. Üstelik hanımları da çiftlemiştir. Yani köyün ileri gelenlerindendir. Cesaretini toplar ve beklenmedik bir şekilde O da bozar sessizliği:
- Evet, muhterem komşular Çakır Hasan Efendi´nin benim kardeşim Hanife ile de nikâhlı olduğunu da bilirsiniz elbette. Hani geçen sene yapmıştık aramızda küçük bir merasimle nikâhlarını. Öyle değil mi Hoca Efendi?
----
Başta Hoca Efendi olmak üzere yine susar Hazirun. Evet Çifoğlu, Osman Ağa kadar zengin ve güçlü değildir ama muhtardır yine de? Her an işi düşebilir ona herkesin. Nasıl hayır desin ki zavallılar. Böylece o da ortak olur mala zımnen de olsa. Bu işten civciv çıkmayacağını kestiren, eski kurt, Koçot Mehmet Efendi, yıllarca
Muhtarlık yapmış, ipten adam alıp, ipe adam göndermiş olmasına rağmen sessiz kalmayı yeğler. Hem toprağı da boldur başka kardeşi olmadığı için. Üstüne üstlük, onun ilgi alanı topraktan ziyade dul kadınlardır? Karışayım mı, karışmayayım mı diye düşünürken, son nefeslerini tüketmekte olan Çakır´ın yatmakta olduğu yüksek
peyke üzerindeki yatağında hızla kalkıp doğrulması ile irkilir. Salon da hareketlenir, uğultular yükselmeye başlar.
- Çakır uyandı,
- Çakır kalktı,
- Çakır iyileşti,
- Çakır canlandı?
Çakır ?Komşular!? diye gürleyince de herkes tekrar susar ve kimi geri çekilir kimi de la havle çekerek yerine oturur. Çakır, Osman Efendi´ye dönerek devam eder yüksek sesle:
- Komşular, şahit olun, Osman Taka´nın kız kardeşi Tenfıke benden boştur!
Sonra da muhtara dönerek aynı yüksek ses tonuyla devam eder:
- Çifoğlu Muhammet´in kız kardeşi Hanife de benden boştur!
Ve uzanır tekrar yatağına Çakır Hasan, teslim eder ruhunu kısa bir süre sonra Allah´a bir kuş gibi hafiflemişçesine.
Malının bir bölümü hanımı Molla Salihe´ye, bir bölümü de kardeşi Meryem´e kalır doğal olarak. Sonra Salihe yine Hutekoğullarından Bambina Ahmet (Ömer oğlu Yusuf Tuncer, 1911-1963) ile evlenir, malını da beraberinde götürür. Yaşlanan Meryem´in malı da, ölümüne kadar kendisine bakan ve yine Hutekoğullarından en yakın akrabası Kundurap Mehmet oğlu Mustafa (Asım) Gezgin (1903-1986)´e kalır. Sonra Molla Salihe malın bir bölümünü, Asım Gezgin de Çakır´dan gelen malın tamamını, aynı sülaleden İbrahim Oğulları (Kavina) Mehmet Tuncer (1910-1987) ile Tahsin Tuncer (1914-1988) kardeşlere satarlar. Şu an Çakır´ın arazisi onların çocukları ve torunlarının uhdesindedir. Kısa bir süre önce de, uzun yıllar ıssız ve virane bir şekilde Çakır´ı temsil eden sarmaşıklı evinin yıkılması ile unutulur gider Çakır, her fani gibi.
KAYNAKLAR:
A- ESERLER:
1. Of ve Çaykara, Haşim Albayrak, Cantekin Matbaası, Ankara-1986.
2. Tarih Boyunca Doğu Karadeniz´de Etnik Yapılanmalar ve Pontus, Haşim Albayrak, Babıali Kitaplığı, Ozan Yayıncılık, İstanbul-2003.
3. Trabzon Tarihi, Ömer Şen, Derya Kitabevi, Trabzon-1988.
B- KİŞİLER :
1. Fatma (Atalay) Kaya, Emrullah Muhammet Kızı (1925-?)
2. İbrahim Atalay, Mehmet Oğlu (1929-?)