İki Anne Bir Oğul

Hemşerimiz Eğitimci-Araştırmacı Yazar Yılmaz Keskin´in kaleme aldığı ? İKİ ANNE BİR OĞUL? başlıklı yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz

KÜLTÜR 12.11.2018 22:14:07 0
İki Anne Bir Oğul

Hemşerimiz Eğitimci-Araştırmacı Yazar Yılmaz Keskin´in kaleme aldığı ? İKİ ANNE BİR OĞUL? başlıklı yazısını siz değerli okurlarımızla paylaşıyoruz. 

Oğlu Zeytindalı Harekatı?nda Suriye´de asker olan Türk anne,  emperyalist güçlerin Suriye´ de normal giden hayatı, alt yapıyı, Müslümanı Müslümana düşman edip bütün umutları yerle bir edişini, üç milyondan fazla Suriyelinin yerinden, yurdundan ayrılarak ülkemizin şefkatli kollarına atışını düşündü. Kendilerinin desteklemediği bu savaşta zorunlu asker olmak istemeyenlerin bir fırsatını bulup ülkelerinden kaçıp ülkemize sığındıklarını düşündü.  Avrupalı emperyalistler de sadece Suriyeli akademisyenleri yani nitelikli göçmenleri kabul edeceğini utanmadan, sıkılmadan duyuruşunu düşündü! Ülkelerinden kaçamayıp iki arada bir derede kalanların onar onar, yüzer yüzer katledildiklerini,  Avrupa hayaliyle Ege Denizinde, Akdeniz´de onar onar, yüzer yüzer boğularak öldüklerini, boğulan Aylan bebeklerin karaya vurduklarında sözde medeni Avrupa´nın seyrettiğini film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirdi!

Gelen tramvaya binip evine doğru yol alırken gördüğü durum karşısında çılgına döner. Görgü kuralları adına ne varsa kovan, elindeki cep telefonuna gözleri yapışmış bir durumda oturan, bir anlık hazzı korkudan, yasalardan, gelen geçerlerden ve inançtan üstün gören gence bağırarak:

?Ne izlediğini gördüm. Seninle kaşık istifi dolu aynı tramvayda olmaktan, yolculuk etmekten utanç duyuyorum.? Bir anlık hazzın çevrintisine kapılan ve böyle bir tepkiyi beklemeyen genç, gece araba farının etkisinde kalmış tavşan gibi donakaldı. Cep telefonunu kapattı, başını öne eğdi. Kadın:

?Nerelisin sen?? sorusuna genç, gözlerini yere çivilemiş bir durumda:

?Suriyeli? yanıtını verdi. Kadın daha bir öfkelenerek:

?Benim çocuğum, Suriye topraklarında, Suriye halkının huzuru için çarpışırken belki de şu an şehit oluyorken; sen onun ülkesinde kaşık istifi gibi dolu bir tramvayda görgü kurallarını, insanlığı hazzın ve tuhaflıkların dişleri arasına atıp cep telefonuyla porno film izliyorsun! Yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun sana!?   

?Kalk, ilk durakta tramvayı terk et! Seninle aynı tramvayda seyahat edemeyeceğim! Kalk, kapının yanına yaklaş! İlk durakta tramvayı terk et!  Görgüyü utandırıp beş paralık bir haz için eğilen, ona tapan,  adi kişilik!? dedi. Tramvayda kimin ne dediği zor belli olan bir uğultu başladı. 

?Anassını??

?O.. çocuğu?

?Besle kargayı oysun gözünü?

?Ne olacak! Yedirdik, içirdik, giydirdik, barındırdık s..lerini kaldırdık?

Suriyeli ilk durakta çok kötü bakışlar altında ve çok kötü sözler eşliğinde tramvaydan inip kalabalığa karıştı.    

Oğlu Türkiye´de sığınmacı konumunda olan Suriyeli anne, ?Müslümanın Müslümana boğazlatıldığı yerde, kanın, gözyaşlarının sulara bulaştığı, tarlalara tohum yerine insan ölülerinin gömüldüğü, sadece güçlünün bağırışlarının duyulduğu yerde tarım yapılır mı?  Baca tüttürülür mü, özgürce ezan okuna bilir mi, yüksek sesle ağlamak olur mu?  Bir annenin çocuğunu ninni söyleyerek uyutması, bir çiftin özgürce öpüşmesi, bir ailenin, bir grubun atlarla, eşeklerle, arabayla yolculuk etmesi, deniz kenarında ya da ağaçların arasında koşu yapması, yarınları düşünmesi olası mı?  Böyle bir ortamda şairlerin, ozanların, yazarların ses çıkarması; bahçelerinde cıvıl cıvıl çocuk sesleri olan okulların, camilerinde namaz kılan, el açıp Tanrı´ya yakaran topluluğun olması olası mı?  Suriye´de bomba, mermi, ateş, gaz gibi sözcüklerden başka sevgi, hoşgörü, erdem, hak, hukuk, güzellik, iyilik, acıma, gülmek, eğlenmek gibi sözcüklerin özgürce seslendirileceği günler olacak mı?´ diye düşündü, bombardımanın, silah seslerinin azaldığı biranda.  Sonra da kirpiklerine ip atmış sallanan oğluna seslendi:    

?Sabahın ışıklarını, çiçeklerin kokulandırdığı bahar rüzgârlarını, savaş meydanlarında dermansız düşen ölümü, senin o güzel yüzünü özledim oğlum. Senin gibi o ateş çemberinden kaçamayan kardeşlerin, baban ve ben, kanlarla yoğrulmuş ekmekleri küçük-büyük abdest kokularının teneffüs edildiği inde yemek zorunda kaldık. Toprağı döşek, taşı yastık yaptık. Gözyaşları, kan karışmış suları içtik, savaşçı olmadığı halde, avcının vurduğu bir kuş gibi toprağa düşen babanı gördük, varıp son nefesinde bir su içiremedik.

Zeytindalı Harekâtı´yla da vahşetin dizlerini titreten ve bizleri o ateş çemberinden kurtaran kahraman Türk askerini gördük. Dışarı çıkıp doya doya havayı soluduk, gökyüzünün maviliğini seyrettik, güneşin sarı sıcağını vücudumuzda hissettik. Türk askerinin karavanalarından yedik, sevecenliğini gördük, yıkılmamış evlere taşındık, artık bacalarımız tütmeye başladı, güvendeyiz. Gelebilirsin artık, daha fazla beni ve kardeşlerini özletme!?

Başka bir gün bu aileye kumanya getiren bir Türk askeri cep telefonuna kayıtlı fotoğrafı göstererek:    

?Teyze, bu Suriyeli genç benimde içinde olduğum kaşık istifi dolu tramvayda oturmuş porno film izliyordu. Böyle şerefsizler de var sizden bize gelenlerin içinde?? dedi ve olup biteni bir bir anlattı. Tramvayın kapısına yakın bir yerde idi. Suriyelinin fotoğrafını, dışarı çıkarken çekmişti. Suriyeli anne, kirpiklerine ip atmış oğluna bu sefer şöyle seslendi asker gittikten sonra:

?Senin fotoğrafını askerin elinde görünce donakaldım. ?Yer açılsa da yerin dibine girsem,´ dedim. ?Bu benim oğlum´ diyemedim. Çok, ama çok üzüldüm oğlum. İsteklerinin kılıçlarını kuşanıp kaşık istifi dolu bir tramvayda görgü kurallarını, yasaları, benim öğrettiğim güzel şeyleri suçlu gibi yere serip porno film izledin ha! Niye kaçıp Türkiye´ye gittin o zaman?  Çirkinliğin, olumsuzluğun, vahşetin, mantıksızlığın en iyi örnekleri burada yaşandı.  Hayvani isteklerini burada kalıp gerçekleştirseydin ya! Hem şoför mahallinde otur, hem para verme hem de bu çirkinlikleri yap, olacak şey değil!  Medeni bir ülkeyi nasıl kirletirsin, sevecenliğin kucağına nasıl pislersin?? diye seslendi ve konuşmasını sürdürdü:

?O seni otobüsten dışarı çıkartan annenin ellerinden öpüyorum. O otobüsün içinde seni linç edebilecekken etmeyen o büyük ruhlu insanlara teşekkür ediyorum. Bu olay Türk insanına olan hayranlığımı büyüttü, göz kazanlarımın suyunu kaynattı ve taşmasına neden oldu. Gözyaşlarımla elbiselerimi yıkadım oğlum, kalbin yandı ama erimedi. Sen ise üç tarafı denizlerle kaplı, huzurun ve güvenin, sizlere tanınan ayrıcalıkların tavan yaptığı bir ülkede olmanın uyuşukluğundasın. O büyük ülke halkının kolları arasında iken, o sıcak kucağa pisledin; üstü örtüsüz hayvani isteklerinin tutsağı olup beni üzdün; ayağın taşa değmesin, ancak, özlemimi şehit ettin! Capcanlı gözlerle yüzüne bakamayacağım. Bütün olumsuzluklara karşın sevgiyle büyüttüğümü, suçlu yaşarken ve şerefsizce ölürken görmek istemiyorum.?