Bu yazıda Mısır insanı ile ilgili bazı gözlemlerimi anlatmak istiyorum. Önce, faydalı olur maksadıyla Mısır’ın tarihini kısaca hatırlayalım. Mısır’ın bilinen tarihi MÖ 4000 yıllarında Firavunlar dönemi ile başlar. Tablo-1’de Mısır tarihi, başlangıçtan MS 1922’ye kadar kronolojik olarak verilmiştir. Tablodan görüldüğü üzere Hz. Ömer zamanında fethedilen Mısır 640-868 yılları arasında Müslümanların yönetiminde kaldı. Bir dönem Tolunoğulları tarafından yönetilen bu ülke daha sonra Abbasilere geçti. 935’ten 1517’de kadar, yaklaşık 6 asır, Türk hanedanları tarafından yönetilen Mısır, Mukaddes Emanetlerle birlikte, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Memluk hanedanından alınmış ve 1805’e kadar yaklaşık 300 yıl kadar Osmanlıların yönetiminde kalmıştı. 1805-1882 yılları arasında Mehmet Ali Paşa hanedanı tarafından yönetilen Mısır, 1882- 1922 arasında İngiliz egemenliği altında kalmış ve 1922’den sonra orada Mısır Krallığı kurulmuştur.
Kısaca, Mısır’da tarih boyunca çeşitli hanedanlıklar hüküm sürmekle birlikte halkının büyük çoğunluğu, İslam’ın ilk yıllarından beri Müslümandır.
Tablo-1 Mısır’da Hâkimiyet Süren Devletler
No |
Tarih, MÖ |
Devlet |
No |
Tarih, MS |
Devlet |
1 |
- |
Firavunlar dönemi |
12 |
640 – 868 |
İlk İslam devri |
2 |
3032-2707 |
Erken hanedanlar devri |
13 |
868 – 905 |
Tolunoğulları |
3 |
2707-2216 |
Eski Krallık |
14 |
905 – 935 |
Abbasiler |
4 |
2216-2025 |
Birinci ara dönem |
15 |
935 – 969 |
Akşitler |
5 |
20101793 |
Orta Krallık |
16 |
969 – 1171 |
Fatımiler |
6 |
1648-1550 |
İkinci ara dönem |
17 |
1171 – 1250 |
Eyyübiler |
7 |
1531-1075 |
Yeni Krallık |
18 |
1250 – 1517 |
Memlûk |
8 |
1075-652 |
Üçüncü ara dönem |
19 |
1517 – 1805 |
Osmanlı |
9 |
652-332 |
Geç dönem |
20 |
1798 – 1802 |
Napolyon çıkarması |
10 |
332-MS 395 |
Roma dönemi |
21 |
1805 – 1882 |
M. Ali Paşa hanedanı |
11 |
MS 395-638 |
Bizans dönemi |
22 |
1882-1922 |
İngiliz egemenliği |
Konumuza dönelim. Dünya Su Konseyi tarafından düzenlenen 5. Dünya Su Formu 12-22 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul’da 30 bin kişinin katılımı ile yapılmıştı. Bu form için hazırlıklar yapmak ve toplantıyı gerçekleştirmek için Türkiye adına Program Komitesi Eşbaşkanı olarak 2006 yılında görevlendirildim. Bu maksatla, büyük bir kadro halinde, Türkiye içinde ve dışında çeşitli yerlerde tanıtım ve hazırlık toplantıları yapmıştık.
Böyle bir toplantıya katılmak üzere, Aralık 2008 tarihinde Kahire’de Arap Birliği tarafından yapılacak olan Su Hakkında Bakanlar toplantısına katılmak üzere bir Hariciye mensubu ile birlikte ikimiz görevlendirildik.
İstanbul-Kahire yolculuğundan sonra Kahire Havaalanında bir taksi tutup merkezde kalacağım otele gitmek istiyorum. Nereye gideceğimi söyleyince, etrafıma en az 10 tane taksi şoförü toplandı. Normal tarifesi asılan levhada, 25 dolar olan bu yer için hepsi 5 dolara oraya gideceğini söyleyip önümü kesiyorlar. Çok ısrarcı olan birini çağırıp arabaya bindim. Araba 1980’lerin Reno TX’lerinden. Her tarafı dökülüyor. Çarpılmamış yeri kalmamış; çarpık ve vuruklar rastgele renklerde boyalarla gelişigüzel boyanmış. Arabanın içi toz toprak içinde. Ön kısmı çeşitli renkte incik-boncuklarla süslenmeye çalışılmış. Şoför:
“Bu araba buranın en iyi arabası; Türkiye’den geldi”, dedi. Türkiye’den geldi derken Türkiye’yi takdir ettiğini ima ediyor. Yolda ısrarla ne zaman döneceğimi soruyor. O gün, gelip beni otelden alabileceğini söylüyor.
Yolda giderken bütün binaların, lüks görünüşlü yüksek apartmanlar dâhil, çamur renginde olduğunu fark ediyorum. Acaba, niçin farklı renk boya seçilmemiş diye düşünürken, bütün bina cephelerinin toz fırtınasından sonra yağan rüzgârlı yağmurdan çamur rengini aldığını anladım.
Yolda trafik çizgileri yok; yola giriş ve çıkış yerleri belirsiz. Her yönden araba çıkıp önünüze düşebilir. Sürücüler karşı tarafa seslenerek yol açmaya çalışıyor. Bu trafik keşmekeşinde şoför bir şekilde ilerliyor.
Belirli bir bölgede, geçtiğimiz cadde kenarında, yola 200-300 metre mesafede, bir takım yapılar görüyorum. Müstakil, tek katlı, küçük cepheli, fakat çatıları uyduruk, cam ve çerçeveleri yok, evlerin kapıları açık gibi veya kapıları yok. Daha sonra bunların mezarlıkta, mezarlar üzerine kurulu gecekondular olduğunu öğrendim.
Kahire’nin nüfusu 20 milyona yakın. Mısır nüfusunun önemli bir kısmı bu şehirde toplanmış. Sanki iş bulabilirim ümidiyle halkın önemli bir kısmı bir şehirde toplanmış. Bu sefalet ve insan manzaraları nüfusun ülkeye dengeli dağılmamasından kaynaklanıyor olabilir mi?
22 Arap ülkesinin katıldığı Arap Birliği (Arab League) Bakanlar toplantısına katıldık. Toplantı 2 gün sürdü. Her ülkeden 2-3 kişinin katıldığı toplantıda Birlik Genel Sekreterinden sonra Mısır Sulama ve Su Kaynakları Bakanı, ülkesinin su kaynakları ve uygulamaları hakkında çok kapsamlı bir sunum yaptı. Arkasından bazı üyeler konuştu. Konuşmalarında Orta Doğu ve Arap ülkelerindeki su kaynaklarının kıtlığı ve bu kaynakların en önemlilerden Dicle, Fırat nehirlerinin ve Nil Nehrinin Türkiye ve Sudan gibi Arap olmayan ülkelerden geldiği vurgulandı. Bir de “Hazır, Su Formu Türkiye’de yapılırken Türkiye’yi kendi ülkesinde sıkıştıralım, ona baskı yapalım ve ondan daha fazla suyu güneye bırakmasını isteyelim” görüşü belirtildi. Sanki Türkiye, bu nehirlerin suyunu tutup aşağı ülkelere akıtmıyor gibi bir anlayış ortaya çıktı. Böyle bir durum söz konusu değildi. Bir de Dicle ve Fırat nehirlerinde yapılan barajların çoğundan Türkiye elektrik üretiyor. Bir hidroelektrik tesiste bir barajdan düşen suyun enerjisinden faydalanılıyor ve fakat suyun tamamı aşağıya, yani nehre bırakılıyor. Sadece sulama tesislerinde araziye verilen suyun bir kısmı toprak ve bitkiden buharlaşmış olur. Biz de 5. Dünya Su Formunun hedefini, programını açıkladık ve ülkeleri Forma katılmaya davet ettik.
Konuşmam bitince daha yerime geçmeden Genel sekreter ve bir iki üye yanıma gelerek “Türkiye’de Hicab Kanunu çıktı mı?” diye sordular. Önce Hicab Kanunu ne olduğunu anlayamadım. Sonra fark ettim ki “Hicab” Arapçada başörtüsüne diyorlar. Onu anlayınca henüz çıkmadığını söyledim. Üzüntü ile yerlerine geçtiler. Ben hicabın başörtüsü anlamında kullanıldığını bilmiyordum. Onun yerine Arapça “Cilbab” kelimesini biliyordum. Oysaki sözlükte hicap: utanma, örtü, perde, zar anlamlarına da geliyormuş, sonradan öğrendim.
Otelde, her odaya devlet yayını olan “Egypt” (Mısır) adlı bir dersi konmuş. Kaliteli kâğıda renkli basılmış, 70-80 sayfalık İngilizce bir dergi.
Derginin arka kapağın dış sayfasında tam sayfa renkli bir ilan.1829 Yunanistan’ın Osmanlı Devletinden kurtuluşunun 180. Yılını “Mısır ve Yunanistan” Beraber kutlamak üzere 2009 yılında ortak yapılacak kültür, sanat ve gösteri faaliyetlerinin ilanı.
Şaşırdım, üzüldüm. Biz Mısır’a din kardeşlerimizin devleti olarak bakıyoruz. Fakat Mısır Devlet Görevlileri Yunanistan ile birlikte Osmanlıdan kurtuluşlarını kutluyorlar. Yunanistan’ın Müslümanlara ve İslam eserlerine düşmanlığını bilmezmiş gibi onlarla bu maksatla ortak kutlamalar düzenlemenin Mısır’ın Müslüman halkına rağmen yapılıyor olması ibret çekici değil mi?
Mısır ve Türkiye, halklarının ekseriyeti Müslüman olan iki büyük devlet. Bunlar birbirlerini destekleyerek beraber kalkınmaları gerekir. Bu devletler arasında biraz rekabet vardır. Fakat bu rekabet birbirini düşman görmelerine kadar varmamalı. Ya da birinin düşman gördüğünü diğeri dost edinememeli.
Halkın kullandığı arabalar çok eski ve külüstür olmasına rağmen Bakanların ve üst yönetimlerin arabaları çok lüks ve büyüktü.
Cuma günü merkezde, otele yakın büyük bir camiye gittim. Oradaki kalkın kılık kıyafetleri de çoğunlukla eskice ve yıpranmış görünüyordu.
Çarşıyı gezmeye gittik. “Han El-Halili” denen oranın en meşhur yeri. Bizdeki kapalı çarşı gibi turistik bir yer. Fakat sokakların genişliği en fazla 2-3 metre; yürümekte zorlanıyor insan. Bazı yerlerde iki kişi karşılıklı yürürken birinin bir kenara çekilip diğerine yol vermesi gerekiyor. Hırsız ve yankesicilere karşı uyarıldık. Ben de hırsızlık korkusu ile ceketimin düğmelerini düğmeleyerek gruba katılmak zorunda kaldım. Zaten eski papirüs kâğıtlarından başka bir şey satın almadım.
Piramitleri ziyarete ettik. Mesai saatleri bittiği için piramitlerin içine giremedik. Etraftaki meydanlarda dolaşarak tarihi kalıntıları ve uzaktan piramitleri seyrettik. Kış mevsimi olduğu için mi nedir; etraf tenhaydı. Zamanında bu büyüklükte nasıl ve ne için yapıldıklarını merak etmekten başka ben piramitlerle fazla ilgilenmedim ve onlardan pek fazla etkilenmedim.
Mısır halkı genellikle Türkiye’ye ve bize karşı devlet görevlilerinden farklı bir tutum içinde. Ailece ABD’de bulunduğumuz iki yıl zarfında Ortadoğu ülkeleri ve diğer Müslümanlarla bazen iftarlarda bazen pikniklerde bazen de Cuma namazlarında bir araya gelirdik. Onların çoğunun Türkiye’ye bakışı çok farklıydı. Bazı Mısırlı aileler dedelerinin Türk olduğunu iftiharla söylemişlerdi. Bazılarının, genellikle ataları Türk olduğunu söyleyenlerin tenleri Türkiye insanınki gibi beyaz veya kumral.
İlk gittiğimiz şehirlerde gerek yerleşme yerinde gerekse iş yerlerinde Mısırlıların samimi yardımlarını gördük. Colorado Eyalet Üniversitesinde 5 yıldır doktora yapmakta olan Fuad isminde bir Mısırlı, bir gün, bana burada ne yaptığımı sordu. Doktora sonrası çalışmalar yapıyorum diye cevap verdim. “Seni araştırma projelerine katıyorlar mı” diye sordu. Ben de “Türkiye’den gelmeden önce yazışmalarda beni davet eden ve projelere katacağını söyleyen hoca, bir yıldır hala beni oyalıyor” dedim. “Ben de kütüphanede kendi araştırmalarımı yapıyorum ve Türkiye’de olmayan bazı uzmanlık derslerine devam ediyorum,” diye ekledim. “O zaman, başka bir üniversiteye git, burada durma,” dedi. Şaşırdım. Beni üniversitem gönderdi. Acaba başka bir üniversiteye veya eyalete gidebilir miydim diye düşündüm. Neyse, başka üniversitelere mektup yazmaya karar verdim. Benim uzmanlık konumda gelişmiş olan 12 üniversiteye mektup yazdım ve bir tanesinden davet mektubu aldım. Araba ile 4000 kilometre yol kat ederek ailemle o üniversiteye gittim. Orada bir doçent ile birlikte çok verimli araştırmalar yaptık.