Tuna Nehrinde Gemi Gezisi

Tuna Nehrinde Gemi Gezisi

Gazetemizin yazarlarımdan Antalya Bilim Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Necati Ağıralioğlu’nun kaleme aldığı “TUNA NEHRİNDE GEMİ GEZİSİ” adlı yazısını yayınlıyoruz.

Macaristan’ın Başkenti Budapeşte’de 1998’de katıldığım bir konferanstan sonra grup halinde Tuna Nehrinde bir gemi gezisine katılmıştım. Budapeşte’de ve gezide gördüklerimi ve yaşadıklarımı yazayım istedim.

Önce Macaristan tarihi hakkında kısa bilgi verelim. Macaristan tarihi kronolojisi aşağıda verilmiştir:

MÖ 35-9: Roma İmparatorluğu, Macaristan’ı ele geçirmiştir.

MS 41-54: Romalı Lejyonların komutanı Panoniyen bölgeye gelerek Aquincum şehrini kurmuştur.

400: Roma İmparatorluğu, Macaristan’ı Pannonia Eyaletine bağlamıştır.

430: Atila hükümdarlığındaki Hun Akınları bölgeye gelmeye başlamıştır. Şekil-1’de MS 450’de Attila’nın Hun İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu görülmektedir.

Şekil-1 MS 450’de Attila’nın Hun İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu

800: Avar Devletinin bölgeye gelmesiyle birlikte, Rusya üzerinden gelen Slav ırkına mensup insanlar Macaristan’a yerleşmeye başlamıştır. MS 750’lerde Tuna (Danuba) Nehrinin kuzeyinde Avarlar ve Macarlar, güneyinde Bulgarların yer aldığı Balkanlar haritası Şekil-2’de verilmiştir.

Şekil-2 750 yılında Balkanlar

895: Arpad önderliğindeki Macarlar, Karpat Havzasına yerleşmiştir.

997-1038: Arpad Hanedanlığından Kral Stephan ülkeyi yönetmiştir. Macar Kralı 1000’de Hristiyanlığı kabul etmiştir.

1096: Haçlı Ordusu, Macaristan öncülüğünde kurulmuş ve Kudüs’e doğru yola çıkmıştır.

1241-1242: Moğol istilası yaşanmış ve birçok yapı tahrip edilmiştir.

1342-1382: Kral Büyük Louis döneminde; Dalmaçya Kıyıları ilhak edilmiş ve Macaristan’ın ilk üniversitesi olan Pecs Üniversitesi kurulmuştur.

1526: Mohaç Meydan Muharebesiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu, Macaristan’ı fethetmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi Osmanlı devleti haritası Şekil-3'te görülmektedir. Haritadan görüldüğü gibi Macaristan dâhil bütün Balkanlar Osmanlıya aittir. Ayrıca Karadeniz bir Türk gölü halindedir.

1699: II. Viyana Kuşatması başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Osmanlı Ordusu bölgeden çekilmeye başlamış ve Avusturya’daki Habsburg Hanedanlığı, Macaristan’ı yönetmeye başlamıştır.

Şekil-3 18. Yüzyılda Osmanlı devleti

1867: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Macaristan’a özerklik vermiştir.

1914-1918: I. Dünya Savaşında ittifak devletlerinin kaybetmesiyle birlikte Macaristan’da monarşi yıkılmış ve cumhuriyet ilan edilmiştir.

1941: II. Dünya Savaşında Almanya’nın yanında yer alan Macar Ordusu, SSCB’e karşı yapılan Barbarossa Harekâtında rol almış ve doğu cephesinde birçok hasar almıştır.

1945: II. Dünya Savaşının bitmesiyle birlikte SSCB, Macaristan’ı işgal etmiş ve komünist bir rejim kurulmuştur.

1949: Yeni anayasa ile birlikte sanayi kuruluşları kamulaştırılmıştır.

1991SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bağımsızlığını kazanmıştır.

1997: Ülkede referandum oylaması sonucu NATO’ya katılım başvurusunda bulunulmuştur.

1999: Macaristan, NATO’nun tam üyesi haline gelmiştir.

2004: Ülke, Avrupa Birliği üyesi haline gelmiştir.

2018: Macaristan,  Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci üye” olmuştur. Bugünkü Macaristan haritası Şekil-4’te gösterilmiştir.

Şekil-4 Bugünkü Macaristan ve Tuna Nehri

BUDAPEŞTE

Macarca Buda adıyla anılmakta olup Macaristan’ın kuzeyinde Tuna ırmağının sağ yakasında yer alır. Nehrin sol kıyısındaki Peşte, Buda’nın kuzeyindeki Obuda (Eski Buda) ile birlikte bugünkü Budapeşte şehrini teşkil eder. Macaristan’ın başşehri olan Budapeşte (Budapest) ise Orta Avrupa’nın en büyük şehirlerinden olup bugün nüfusu 2 milyonu geçmiştir. Şehrin bugün bulunduğu Tuna’nın sağ yakası eski çağlardan beri sürekli bir yerleşim yeri olmuştur.

Osmanlı Dönemi: Budin 145 yıl bir Osmanlı eyaleti ve merkeziydi. Osmanlı hâkimiyeti döneminde Budin’e yetmiş beş kişi beylerbeyi olarak tayin edildi. Bunlar arasında Sokullu Mustafa Paşa en uzun süre beylerbeylik yapan idarecidir (1566-1578).

Budin’de Türk Eserleri: Evliya Çelebi 1662-1663 yıllarında Macaristan’ı gezmiş ve gördüklerini, yaşadıkların Seyahatname ’sinde uzun uzun yazmıştır. 1970’li yıllarda Ekrem Hakkı Ayverdi, Macaristan ve Romanya’daki Osmanlı eserlerinin yerlerini tek tek gezerek tespit etmiş ve onların rölevelerini çıkararak büyük bir kitap halinde yayınlamıştır. Semavi Eyice, Macaristan’daki Türk eserlerini “Budin” başlığı ile İslam Ansiklopedisinde yayınlamıştır.

Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Budin ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1526’da fethedilmişti. Onun karşısındaki Peşte ile birlikte bugün bu eski iki şehir Budapeşte (Budapest) olarak adlandırılmaktadır. Budapeşte bir buçuk asırlık bir Türk hâkimiyetinden sonra 1686’da elden çıkmıştı. Osmanlı Devleti’nin en batıda ve Avrupa’nın ortasındaki bu büyük şehri Türk idaresi sırasında, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul’dan nispeten kolay ulaşılan bir beylerbeylik merkezi olduğundan kolayca Türkleşmişti. Ticaret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte bir taraftan zengin bir ticaret şehri görünümü alırken burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa merkezine bir Osmanlı-Türk yerleşim merkezi manzarası vermişti.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasvirini yapar ve orta hisarda yirmi bir cami olduğunu bildirir. Evliya Çelebi Budin’de on altı mescit olduğunu yazar ve sadece yeniçeri odaları yakınındaki Ağa Mescidinin adını verir.

E. Hakkı Ayverdi, Yukarı Hisar, Debbâğhâne varoşu ve Büyük varoşta toplam yirmi beş cami, kırk yedi mescit, on iki medrese, on altı sıbyan mektebi, on tekke ve onların eki olan velî türbeleri, iki hamam, dokuz han, sekiz ılıca, bir çeşme, bir baruthâne bulunduğunu ortaya koymuştur. Camilerden bazısı Türk yapısı olmamakla beraber birkaç istisna ile eserlerin çoğu Budin ve Peşte’nin Türk hâkimiyetinde olduğu yıllarda inşa edilmiştir.

Budin’de önemli bir ibadethane de Mustafa Paşa Camii idi. Mimar Sinan’ın eserlerinin adlarını veren Tezkiretü’l-ebniye’den öğrenildiğine göre bu kubbeli cami Sinan’ın eseridir. Osmanlı hâkimiyeti sırasında burada inşa edilen ilk eser, 1526’da on gün içinde yapılan Tuna üzerindeki köprüdür. Budin’i Peşte’ye bağlayan bu köprü başlangıçta geçici olarak kayıklar (tonbaz) üzerinde kurulmuştu. Budapeşte camilerinden günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Yalnız ünlü Avusturyalı mimar Fischer von Erlach’ın (ö. 1723), mimarlık tarihi kitabında (Entwurff einer historischen Architectur, Wien 1721, lv. 85) Peşte’deki bir caminin resmi vardır.

Budin’in en önemli kaplıca yapısı ise Sokullu Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı kabul edilen Yeşildirekli ılıcadır. Evliya Çelebi’nin oldukça etraflı şekilde tarif ettiği bu bina “Rudasa” kaplıcası olarak adlandırılmaktadır.

Nüfusu bugün 2 milyonu aşan ve yirmi iki mahalleden oluşan, ülkenin en önemli siyasî, idarî, sınaî, ticarî ve kültürel merkezi olan Budapeşte’de Osmanlı dönemini hatırlatan bazı yapılar vardır. Bunlardan dört ılıca hâlâ işletilmektedir.

 Osmanlı Devri Sonrası: Kuşatma sırasında (1686) büyük zararlar gören şehirdeki Müslümanlar kısmen ortadan kaldırılarak, kısmen kaçarak, kısmen de Avusturyalılar (Nemçe) tarafından sürülerek tamamıyla yok edildi ve onların yerlerine Almanlar geldiler.  3 asır önce yaşanan bu hadisenin ardından söylenen Nazlı Budin Türküsü aşağıda verilmiştir.

Nazlı Budin Türküsü (Ötme Bülbül Ötme)

Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu
Bülbülün figanı bağrımı deldi
Gül alıp satmanın zamanı geldi
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Çeşmelerde abdest alınmaz oldu
Camilerde namaz kılınmaz oldu
Mamur olan yerler hep harap oldu
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Budin'in içinde uzun çarşısı
Orta yerde Sultan Ahmet camisi
Kâbe suretine benzer yapısı
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Budin'in içinde Serdar kızıyım
Anamın babamın iki gözüyüm
Kafeste besli kınalı kuzuyum
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Cephane tutuştu aklımız şaştı
Selatin camiler yandı tutuştu
Hep sabi subyanlar ateşe düştü
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Serhatlar içinde Budin'dir başı
Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı
Çerkez Alemdar'dır şehitler başı
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Kıble tarafından üç top atıldı
Perşembe günüydü güneş tutuldu
Cuma günüydü Budin alındı
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i.

1976 yılında, Ulaştırma Bakanlığının talebi üzerine İstanbul Teknik Üniversitesinden (İTÜ) bir grup öğretim elemanı olarak Aşağı Sakarya Nehrinde Gemiciliğin geliştirilmesi konusunda bir rapor hazırlamıştık. O çalışmadan önce, Türkiye devleti, Uluslararası bir konsorsiyuma 1950 yılında Orta Sakarya Havzası’nın geliştirilmesi raporu hazırlatmıştı. 1952 yılında teslim edilen bu raporda Aşağı Sakarya Nehri’nde Gemi taşımacılığının geliştirilebileceği belirlenmişti. Devlet, 1965 yılında bu konuyu uluslararası bir konsorsiyuma yeniden inceletmiş ve bir rapor hazırlatmıştı. Zaten 1965’li yıllara kadar Karasu- Adapazarı arasında teknelerle bazı yüklerin taşındığı ay ay tespit edilmişti.

1976 yılı çalışmaları sırasında, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın Süveyş Kanalının açılması, Volga ve Don Nehirlerinin birleştirilmesi ve Sakarya Nehrinde taşımacılık yapılması fikrini ortaya koyduğunu tarihi kayıtlardan biliyorduk. Osmanlılar döneminde Bilecik ormanlarından İstanbul’un yakacak odun ve gemi inşaatı için kereste getirmek maksadıyla Sakarya Nehrinin Sapanca Gölüne, oradan da İzmit körfezine bağlanıp gemi taşımacılığının geliştirilmesi için 7 defa teşebbüs edildiğini, fakat çeşitli sebeplerle bu işin bir türlü gerçekleştirilemediğini öğrenmiştik.

Aslında, Sapaca Gölünü İzmit Körfezine bağlamak için Roma‘daki İmparator ile İzmit bölgesinin Valisi arasında yaklaşık MS 100 tarihlerinde mektuplaşmalar yapıldığı bilinmektedir.

1996 yılında, Sakarya Valisi Gökhan AYDINER’in valiliği döneminde, valiliğin desteklediği Sakarya Nehrinde Gemiciliğinin geliştirilmesi için İTÜ’den ben ve Sakarya Üniversitesinden birkaç öğretim üyesi bir araştırma projesi almıştık. Araziyi inceliyor, ölçüyor ve bütün kayıtları değerlendirerek bazı çalışmalar yürütüyoruz. Bunun için çalışma raporumuzu tamamladık.

1998 yılında, Sakarya Valisi Yener RAKICIOĞLU’nun valiliği zamanında, Sakarya projesinin İzmit Körfezine kadar uzatılması alternatifleri için aynı ekiple yeni bir araştırma çalışması başlattık. Bu çalışmanın raporunu teslim etmeden önce, Budapeşte’de bir nehir konferansı düzenleneceğini öğrendim. Asırlardan beri nehir gemiciliği yapılan Tuna’da, nehir taşımacılığı konusundaki son teknik gelişmeleri yerinde incelemek ve bu ulaşım türünün nasıl işletildiğini görerek anlamak istiyoruz. Bunun için 1998 yılında Budapeşte’de yapılacak Avrupa nehirlerle ilgili bir konferansa “Ağıralioğlu, N., Karpuz, S., Şaşal, M., and Saltabaş, L., “Navigation Improvement for Lower Sakarya River”, Proceedings of International Conference on European River Development, pp. 17 – 24, Budapest, Hungary, 16-18 April, 1998” (Aşağı Sakarya Nehrinde İç Suyolu Ulaşımının Geliştirilmesi) konulu bir bildiri sunmak ve Tuna’yı incelemek üzere Budapeşte’ye gittim.

Budapeşte, İstanbul’a çok benzer. İki yakası olan ve ortasından İstanbul Boğazı gibi Tuna Nehri akan bir şehir. Batısı Buda, Doğusu Peşte. İki yakasında birer tepe bulunuyor. Bu iki yakayı 9 tane tarihi köprü birleştiriyor. Tuna nehrinde tarih boyunca tekne taşımacılığı yapılmaktadır. 1992 yılında Tuna Nehri ile Almanya’daki Ren Nehri vasıtası ile Karadeniz, Buz Denizine bağlanınca bu suyolunda çok yoğun yük ve yolcu taşınır olmuş. Pek çok kara Avrupa devleti bu suyolu sayesinde deniz ve okyanuslara kolaylıkla ulaşır olmuştur. Karayolu ulaşım alt yapılarının henüz gelişmediği, Demiryolu ve Havayolu taşımacılıklarının olmadığı 19. Yüzyıla kadar, bugün olduğu gibi, dünyada deniz ve suyolu taşımacılıkları son derece önemliydi.

Konferans, Peşte yakasında, Tuna kenarında bulunan Parlamento binasının biraz güneyinde “Macaristan Su Genel Müdürlüğü” binasında yapılıyor. Orada sunumlar ve konuşmalar gerçekleştiriliyor ve her sunum sonunda sorular soruluyor. Ben de sunumumu yaptım. Benden başka Türkiye’den kongreye katılan yoktu. Oturum aralarında Nehir kenarına gidip Tuna’yı, Köprülerini ve gemilerini seyrediyorum, fotoğraflar çekiyorum. Öğlen yemekleri de bu binada yeniliyor.  Yemeklerden Macar yemeği Gulaş aklımda kaldı. Bir de, kongrede adı geçen bazı Macarların isimleri Attila veya Sultan (Zoltan)’dı. Ayrıca, haritada, Buda tarafındaki Attila Caddesi dikkatimi çekmişti. İkinci günün sonunda oturumlar bitti, kongre kapanış toplantısı yapıldı. Ertesi gün Tuna’da gemi gezintisi düzenlenecek; ona katılmak istiyorum. Zaten buraya geliş niyetim de oydu. 

Ertesi gün saat 9.00 ‘da Parlamento binasının önünde, kıyıda bekleyen gemiye bindik. Şekil-5’te Tuna nehrinde çalışan bir gezi gemisi görülmektedir. Gemide, yaklaşık 70-80 kişilik bir grup var. Ben gemide ayağa kalkıp kıyıları seyrediyor, önemli gördüğüm yerlerin fotoğraflarını çekiyorum. Tuna nehrinin su miktarı ve su seviyesi mevsimlere göre alçalıp yükseldiği için kıyıların ve kıyıdaki yazlık yalıların iskeleleri zamanla bozuluyor. Ayrıca Tuna’nın su seviyesi değişimlerine uygun iskeleleri nasıl planladıklarını inceliyorum. Bazı kıyılarda bunlar için tahkimatlar yapılıyor. Bazı yerlerde kıyılarda taş dolgu duvarlar yıkılmış, oralarda onarım çalışmaları var. Bir kesimden geçerken Tuna Nehrinin ağır çikolata koktuğunu fark ettik. Sebebini sorunca, yukarı kesimde kıyıdaki bir çikolata fabrikasının atıklarını o gün Pazar olduğu için kaçak olarak Tuna’ya vermiş olabileceğini söylediler.

Şekil-5 Tuna nehrinde bir gezi gemisi

Saat 10’a doğru Tuna’nın batısında bulunan tarihi kasabanın iskelesinden indik. İskelede, mihmandarımızın (gezi rehberi) 10’da geleceği söylenmişti. Henüz gelmedi. Beklerken mihmandarın bir rahip olduğu söyleniyor. Buraları ve tarihini bilen biri olduktan sonra, papaz olmuş ne fark eder diye içimden geçiyor. Nihayet saat 11.00’e doğru mihmandarımız geldi.

Tanıtacağı binaların önüne gelince önce bize dışarıda açıklama yapıyor ve sonra binanın içini geziyoruz. Genellikle bazilika veya kilise olarak yapılmış tarihi binaların koridorları dar olduğu için gezi herhalde böyle planlanmış. Birinci meydanda rehber tanıtımlara başladı. Konuşmasının sonuna doğru, “Buraları Türkler yaktılar, yıktılar, sanat eserlerimizi yok ettiler, sivilleri katlettiler”, falan dedi. Canım sıkıldı; yalan söylüyordu. Neyse, diğer bir binanın önünde yine aynı sözleri söyledi. Avrupa’da, Müslümanlara genelde Türk dendiğini biliyordum. Sıkıntım arttı, içimden bir “La havle..”  çektim. Binanın içine girip tarihi mekânları ve tarihi eşyaları seyrediyoruz. Nihayet, Üçüncü tarihi binanın önünde, yarım daire şeklinde yine toplanıp yüzümüzü binaya doğru çevirdik; ortada mihmandar konuşmaya başladı. Yine aynı şeyleri söyleyince, ben:

-“Yanlış, Türkler hiçbir yerde sanat eserlerini yok etmediler, sivilleri katletmediler”, dedim.

-“Biz öyle biliyoruz”, dedi. Ben ise,

-“Yanlış biliyorsunuz”, dedim.

-“Bizim kitaplar böyle yazıyor”, dedi.

-“Yalan yazıyorlar”, dedim.

Herkesin yüzünde bir gerginlik. Anlaşılan, rahip bu konferansa Türkiye’den hiç katılan olmadığını zannediyordu. Yürümeye başladık. Rahip yürürken yanıma yaklaşıp “sözüm sana değildi” der gibi:

-“Onlar Osmanlıydı, sen Türk’sün, değil mi?”, diye sorarak hem sarsılan itibarını korumaya, hem de gerilimi düşürmeye çalıştı. Ben de onun bu açıklamasına tepkili ve biraz yüksek sesle,

-“Ben hem Türküm hem de Osmanlıyım” dedim. Sorusu da yanlıştı, neyse.. Aslında, Osmanlı döneminde millet sistemi ırka değil, dini inanca dayanırdı. Osmanlı toplumu içerisinde genelde kabul edilen dört millet (millet-i Erbia) vardır. Bunlar, Müslüman milleti, Rum milleti, Ermeni milleti ve Yahudi milletidir. Dini inancı ne olursa olsun, Osmanlı topraklarında yaşayan herkese Osmanlı tebaası (uyruğu) denirdi. Herkesin bir Osmanlı kimliği vardı.

Rehber, bu konuşmamızdan sonra hiçbir yerde bu konudan bahsetmedi. Ama gezi boyunca gezdiğimiz binalarda yüz yüze geldiğimiz katılımcıların yüzünde bana karşı bir gerilim ve öfke olduğunu fark ettim.

Bilindiği gibi 1992 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılınca Macaristan da bağımsızlığını kazanmış oldu. Sovyetler Birliği döneminde, bütün topraklarında dinler yasaklanmış olduğundan Macaristan’da da halk arasında Hristiyanlık zayıflamıştı. Anlaşılan, bu inanç boşluğunu doldurmak için Kilise teşkilatı yeniden insanları Hristiyanlığa ısındırmak ve ortak bir düşman oluşturmak için Türkleri hedef seçmişti.

Gemi gezisi dönüşünde, ben yine pencere kenarında oturup Tuna’yı, kıyılarını ve geçen gemileri seyrediyorum. Konferansa katılan bir İranlı gelip karşımda oturdu.

-“Bir -iki bin kilometre uzaktaki bu yerlerde sizin ne işiniz vardı”, demez mi! Herhalde, buna komşu hasedi denir. Ben de:

-“ Bu topraklar bir zamanlar bizimdi”, dedim. Kendisi yerinden kalktı ve oradan uzaklaştı.

Başka bir gün, Tuna Nehrini ve nehir taşımacılığını seyretmek için Buda tarafındaki Özgürlük heykelinin olduğu Gellert tepesine çıktım. Şekil-6’da Budapeşte’deki nehir gemileri, köprüler ve özgürlük heykeli görünüyor. Budapeşte’de, Tuna nehri üzerinde 9 tane tarihi köprü bulunmaktadır. Hepsi güzel olan bu köprülerden bir tanesi çok eski ve taş ayaklar üzerinde oturuyor.

Şekil-6 Budapeşte Gellert tepesinde Özgürlük heykeli

Başka bir gün, Peşte tarafındaki Bülbaba türbesini ziyaret ettim. Bu tepeden de Tuna ve gemiler görünüyor. Şehrin en güzel semtlerinden biri olan Gül tepedeki Gülbaba Türbesi Şekil-7’de görülmektedir. Gülbaba Türbesi 1950’lere kadar Macaristan’daki Müslümanların ziyaretgâhıymış; daha sonra müzeye çevrilmiştir. Bir caminin kalıntıları da ortaya çıkarılıp onarılmıştır. Kale burçları eskisi gibi sağlam durmaktadır. Budin’de bugün duran tek türbe, Türk şehrinin mânevî koruyucusu olduğuna inanılan Gülbaba’ya aittir. Türbe Rozsadómb (Gül tepesi) denilen yüksekçe bir yerde 1543-1548 yılları arasında Mehmed Paşa tarafından inşa ettirilmişti. Budin’de kılınan ilk cuma namazının ardından vefat ettiği bildirilen Gülbaba’nın türbesinin yanında büyük ve zengin vakıflı bir de Bektaşî tekkesi vardı. Şehrin Türk kabristanı da çevrede uzanıyordu.

Şekil-7 Budapeşte- Gül Baba Türbesi

Evliya Çelebi’ye göre Budin’de yedi tekke vardır. Bunların en ünlüsü, Gazi Mihal oğullarının hayratı olan Gülbaba Tekkesi’dir. Merzifonlu Gülbaba çiçekli bahçe içinde kubbeli bir türbede yatar. Budin’in karşısındaki Peşte de bir surla korunmuştur. Burada da beş cami ve altı mescit vardır. Pek az talebesi olan iki medreseye, üç sıbyan mektebine, iki tekke ve iki hamama sahiptir.

Bir de, son Budin Beylerbeyi olan Abdurrahman Abdi Paşa’nın kabrini ziyaret ettim. Budin’deki türbelerin adları bilinmekle beraber bir tanesi dışında bunlardan hiçbir şey kalmamıştır. Kalede Siyavuş Paşa burcu üstünde son Budin beylerbeyi Abdurrahman Paşa’nın sembolik kabri, kahramanca dövüşerek şehit olan bu yaşlı vezire Macarların gösterdiği saygının işareti olarak yakın tarihlerde yapılmıştır.  Son Budin beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezar taşı, onun 1686’da şehit düştüğü yere dikilmiş ve Şekil-8’te görüldüğü gibi üzerine “KAHRAMAN DÜŞMANDI, RAHAT UYUSUN” ibaresi yazılmıştır.

Şekil-8 Abdurrahman Abdi Paşa Mezar Taşı Kitabesi

Akıncı şiirinde Yahya Kemal Beyatlı şöyle yazmıştı:

“Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"

Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle.”

 

Ben de şöyle nazire yazdım:

Beş yüzyıl önce geldi ceddim abidelerle

Gezdik Tuna boylarını “Ah!”, üzüntülerle.

KAYNAKLAR

Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri I: (Romanya- Macaristan), s. 78-150.

Eyice, Semavi, Budin, TDV İslam Ansiklopedisi.

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, VI, 214-251.

Fischer von Erlach, Entwurff einer historischen Architectur, Wien 1721, lv. 85.

Gökbilgin, Tayyib, Türk İdaresinde Budin, Atatürk Konferansları V: 1971-1972, Ankara 1975, s. 163-178.



Anahtar Kelimeler: Nehrinde Gezisi

İlginizi Çekebilir