Yazıya bir uyarı ila başlamalıyım.
Makale, tüzel kişiliğime değil bizzat naçizane şahsıma ait kanaatlerden ibarettir.
★
Ne Uzungöl’müş be.
Kaba bir benzetme olacak belki,
Taşradan İstanbul'a gelmeye çalışırken herkesin 'yardımcı ' olmak istediği Müjde Ar aklıma geldi nedense.
Ah 'Arabesk'.
★
Eğri oturup doğru konuşalım.
Nalına mıhına.
Çünkü mesele çok boyutlu ve girift.
Doluya koysanız almıyor, boşa koysanız dolmuyor.
★
Kendi sektörüm, yani Medikal İleri Görüntüleme (Radyoloji) alanında yaklaşık yirmibeşyıl Nişantaşı'nda hizmet verdik.
Sağlık, hekimlik ve sektör bir cümlede geçiyorsa ortada zaten sorun var.
Neyse ki konumuz o değil.
Evime yarım saat yürüme mesafesinde çokluk yaya gidip geldim.
Tahmin etmek zor değil. Yolumun üzerinde her türlü talebe hitap eden sıra sıra dükkânlar.
Nişantaşı nihayetinde.
Alışverişin 'Şanzelize'si.
Alışverişi ve özellikle kadını devre dışı bırakın.
Hayat durur.
Olumlu, olumsuz.
Her durum için geçerli kural:
'Her şey insanla kaim'
Düşünün 'bir lokma bir hırka' ile yetinenlerin harman olduğu yerde keşkül-i fukarayı kim dolduracak.!
Öyle ya hiç olmazsa kursağı kandırmalı.
Merhum bir siyasetçimizin veciz ifadesiyle:
“Enflasyonun sıfır olduğu tek yer mezarlıklardır. "
Yaman çelişki.
Onun için eskilerimiz bir şeyler söylediğinde 'Allah-u a'lem ' derlerdi.
Benim gibi ortalığı boş bulup atıp tutanlar bu düstura daha çok sarılmalı.
★
Seksen öncesi ekonomisi.
Anlatılanlardan bildiğim hikâyeler.
İdraki zor, dinlemesi keyifli.
Seksen sonrasını ise bizzat deneyimledim.
Tonton hepimizi peşinden sürükledi.
Batı, Reagen ve Thatcher önderliğinde Neoliberalizmi tesis ederken bizde,
Serbest piyasa.
Liberalizm; 'Bırakınız yapsınlar' çağı emekleme aşamasındadır.
Kabak çiçeği gibi açıldık.
Hayali ihracatçılar.
Benim memurum işini bilirler.
Bankerler.
İthalat çılgınlığı.
Tabi ki en önemlisi ve şu an ki gündemimiz:
Bacasız fabrikalar.
Yaşasın 'Turizm.!'
★
Turizm Uzungöl ile başlamadı.
Dolayısıyla bir şey konuşulacaksa eğer adını doğru koymalı.
Bu selin, yani neoliberalizmin önünde Komünizm bile duramadı.
Nerde kaldı Uzungöl.
★
Kısa, öznel sosyokültürel bir tarihçe:
Uzungöl, yöresel adıyla 'Şerah'.
'Keşf'edilmeden önce kuş uçmaz kervan geçmez bir yer.
Arazisi verimsiz, hayvancılığa elverişli değil.
Halkı, varolmak için kışın mahallesi, baharlarda meziresi ve yazın yaylası arasında mekik dokumaktadır.
O günün koşullarında şimdilerde otantik hayat olarak romantize edilen yaşamın büyüklerimizdeki etkisi son derece olumsuzdur.
"Buranın neresi güzel? Bir de bana sorsunlar.
Davulun sesi uzaktan hoş gelir." vb. serzenişler ayyukadır.
Çok göç verir.
Özellikle Van'a göçenler yepyeni bir floraya uyum sağlamaya çalışır.
Fakirlik onları ata toprağını haraç mezat elden çıkarmaya mecbur eder.
Görece rahat olanların eline geçer topraklar. Herhangi bir piyasa dinamiği olmadan. Tamamen o an ki yerel ve kişisel şartlar belirleyicidir.
Rus işgali de görmüştür.
O dönemde bile meşhur 'Demirkapı' yolu Ogene vadisine yapılır.
Sotede kalmıştır.
Halk kendi kaderi ile başbaşa kalırken 19.yüzyıl sonu ve Yirminci yüzyıl başı kuşağı, istisnalar hariç dölünü bırakarak yok olan Yitik bir nesildir.
Biz onların çocuklarıyız.
Bundan kelli çoğu aile o dönem, çocuklarıyla başbaşa kalıp yaşam mücadelesi veren kadınlarımızın şanı ve lakabı ile bilinir.
Devlet sadece savaşmak için gençler devşirmiştir.
Halk sefalet içerisindedir.
Sefaletin olduğu yerde yozlaşma kaçınılmazdır.
Anlayacağınız Uzungöl geçmişteki makûs talihi ile başbaşakaldığında kimsenin umurunda değildir.
Şimdilerde herkesin diline pelesenk olan,
'Ortak bir değer' falan da değildir.
Tam tersine sahile yakın tuzu kuruların ve yeni kurulan Cumhuriyet bürokrasisinin her anlamda istismar alanıdır.
Ormancı'lar ve yerli işbirlikçiler alikıran başkesendir.
Devlet denilen aygıt daha çok ceberut yüzüyle ordadır.
Son Osmanlı ve Erken Cumhuriyetin savaş cephelerinden dönemeyenlerin nesline pek bir şefkat eli uzatacak durumda değildir Devlet.
Yeni kurulan Ulus devletin geçmişle bağını koparan tavrının oluşturduğu kaçınılmaz sosyolojik baskı, çekilen çilenin üzerine tüy dikmiştir.
Ana dilimiz olan Rumca subliminal yasaklanmıştır. Kamu alanından kovulmuştur.
Hatta yerel kimliğin bir rengi olarak bile mahcup ve günahkarbir psikoloji ile günümüze kadar hasbelkader gelebilmiştir.
Örneğin anadilim olan Rumca, çocuklarım için 'yitik dil' haline gelmiştir.
Ulus Devlet projesi başlı başına tartışılası.
Tarifsiz bir paranoya.
Arafta bir nesil olarak kendimi dil üzerinden şöyle tanımlayabilirim.
-Ana dili Rumca
-Gönül ve Edebiyat dili
Türkçe
-Yitik dili Osmanlıca
Kürt kardeşlerimin arasında doğmuşluğum ve Devletin Kürtleri ötekileştirici tavrı sonucunda sözümona devletin yardakçısı psikolojisi ile içinde yaşadığı ve kendisini bağrına basan halkı hakir görmenin etkisiyle:
-Vebalı dili Kürtçe.!
Van’da doğdum. İlkokul dörde kadar Van’da yaşadım. Onbeşay Şırnak'ta hekim olarak mecburi hizmet yaptım. Kürtçeyi öğrenmemeye karşı olan bu dirayetim ve direncimin psikanalizi benim için demir leblebidir.
-Kolonyal dili
İngilizce
Zira eğer ben misal Amerika'da ya da Fransa'da doğup on yaşına kadar orda yaşasaydım. Şu an o dilleri bülbül gibi şakırken belki de Türkçe'yi konuşamayacaktım.
Nitekim okumalarımdan ve kendi kişisel yaşamımdan öğrendiğim,
Cumhuriyetin ilk yıllarında 'Frakofon', şimdilerde 'Anglofon' nesilleriz.
Bu da zihinsel kolonyalizasyon etkisi olsa gerek.
Nitekim Almanya'ya göçeden üçüncü kuşağın büyük bölümü Türkçeyi bilmiyor, bilen de tarzanca sadece kendini ifade ediyor, karşısındakini nispeten anlayabiliyor.
Edebi, argo ve muhabbet dili ile iletişim kuramıyorsunuz.
En önemlisi, beni kahreden, 'Geyik yapamıyorsunuz' ya.
Konu nerden nereye geldi.!
★
Uzungöl turizme 'kazandırıldığından' beri herkesin 'değer'ihâline gelmiştir.
Yerli halk bu bakir güzelliğin bizzat parçasıdır, ancak yaşam gailesinin zorlukları karşısında insanın kendisinin ve çevresinin fiziki güzelliğinin ne önemi var ki.
Hafızalarımıza kazınan Meşhur Afgan güzeli gibi.
Batılı tuzu kuru, deklanşöre basmıştır.

Dünya tanıyor. Fakat kendisinin haberi yok. Coğrafi ve siyasal koşulların dayattığı zorluklarla mücadele eden egzotik estetik.
Yolumuz üzerinde karşılaştığımız bizim dağ çiçeğinin fotoğrafa yansıttığı bu sıcaklığı ve masumiyeti parayla satın alabilir misiniz.?

★
Uzungöl üzerinden boca ettiğimiz kendimizden büyük laflar üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek maksatlı ve oldukça sığ zannımca.
Uzungöl adı altında sıralanan tüm problemler aslında Turizmin olduğu her yerde var.
Devasa boyutlarda talep gören turizm destinasyonlarındasorunlar, özellikle orada mukim olan yerliler açısından içinden çıkılamaz hale geldi.
Uzungöl'e gelene kadar Venedik ve Barselona'yı bu açıdan incelemenizi salık veririm.
Turizm hükümetler için can simidi olduğu ölçüde beraberinde getirdiği sorunlarla insanlar için artık çekilmez bir hâl almaya başladı.
Dolayısıyla böyle bir şeyi dert edinenler için Dünya'da ve Türkiye'de Uzungöl'e sıra gelmez bile.
Şahsen Uzungöl'lü olup da sıfır nemalanan biri olarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim.
Yapılan eleştiriler kabaca değerlendirildiğinde kafa karıştırıcıdır.
Son tahlilde 'vur abalıya' insiyakıyla söylenmektedir.
Yapıcı olmaya çalışan yaklaşımlar ise doğru tanı ve tedavi yaklaşımına çoook uzaktır.
★
Sadece turizm alanında bile
Cin şişeden çıkmıştır bir kere.
Sonun neye varacağını ben kestiremiyorum.
Öngörebilen beri gelsin.
★
Devlet denilen biziz efendiler.
Yöneten erkin kontrolündeki Devlet aygıtının, sanki korumaya çalışan ama bunu ihmal eden bir yapıymış gibi sunulması tam bir yanılgıdır.
Uzungöl ve benzeri Turizm merkezleri ile ilgili stratejiler şu an ki ekonomik sath- ı mailde makroekonomik beklentiler çerçevesinde şekillenmektedir.
Devlet bunu yapar ve yapacak iken bir kısmımız insaflı ve özellikle çevreye daha az zarar vermesi noktasında mücadele edebiliriz.
Bir kısmımız da hâlâ büyük sermaye devreye girmeden çeşme attıkça kabını doldurmakla meşguldür.
Olayı çok mistifiye etmeye gerek yok.
Çevre ve iklim sorunları günümüz dünyasında yerel değil evrenseldir.
Bu nedenle Uzungöl üzerinden büyük laflar etmek romantizmden öteye geçmez.
★
Temel ile İdris Amerika’da bir yerli kafasına büyük bir servet ödendiğini öğrenmiş.
Ver elini Amerika.
Kızılderililer, dünyanın öbür ucundan gelen kimlerdir deyuorganize olup evi çevrelemişler.
Temel sabah erken kalkar, ne görsün.!
Her taraf atlı, telekli ve oklu yerliler tarafından sarılmış.
Temel İdris’i hemen uyandırır:
-Ula İdris hemen kalk. Voliyi vurduk..!
Sözün geldiği son noktada can alıcı soru?
Odağında tüm bileşenleriyle tabiatın ve insanın değil de RANT'ın olduğu bir denklemde sizce voliyi kim vuracak.?
* "Fire Will Come" (Orijinal adıyla O Que Arde), 2019, Oliver Laxe